13 Şubat 2012 Pazartesi

Romantic Disorder

Andorra'ya gitiğimiz haftasonu kendime bir söz verdim. Tamam 4 yıl boyunca çalışma hayatının içinde en çok özlediğim şeylerden biri uyku oldu, yalan değil. Sabahları erken kalkmak boğa burcunun kabusudur..Biz uykuya olan düşkünlüğümüz ve tembelliğimizle nam saldık bunca zaman..Burada derslerim akşam olduğu için Barcelona'ya geldiğimden beri erken kalktığım gün sayısı çok azdır. 1 kere sabah 6 civarında uyandım mesela, o da yabancılar şubesine erken gitmek içindi. Geriye kalan sabah altılarda uyanık oluşum genelde o saatte partiden eve dönüşümden kaynaklandı :))) Ama yeter di mi. İnsanın totosu tembelliğe bir alışmaya görsün sayın izleyiciler. Bu toto kalkıp hiç bir yere gitmez oldu. Ama sürekli söyleniyorum, dersler ağır, çok ödev var sunumlar ot mok,hiç bir şeye zaman yetmiyor! Hayır, gerçek neden bu değil, anladım. Yani biliyordum da itiraf ettim. Neyse uzun lafın kısası, Andorra'dan döner dönmez spor salonuna gitmeye başladım, sabah erkenden kalkıp ders saatine kadar Barcelona'yı da tavaf edeceğime dair söz verdim kendime. İnanmazsınız 2 haftadır performansım beni şaşırtıyor :)


Geçen pazar günü kaç zamandır istediğim bir müze ziyaretini sonunda gerçekleştirebildim : Museu d'Historia de Catalunya. Yani Katalan tarihi müzesi. Üniversitede Humanities dersini alan var mı? Yeditepeliler bu baş belası dersi çok iyi bilir. Tüm transcriptimde içinde D geçen tek ders ahanda budur! İnsanlık tarihi dersi bahsettiğim. Tamam işte,  müzenin ilk kısımları Katalan tarihi adı altında insanlık tarihinden bahsediyor. İlk zamanlarda yapılan basit aletler zaman ilerledikçe komplex bir hal alıyor. Burada dikkatimi çeken bir şey taa o zamanlarda bile kadınların süs eşyası kullandığı oldu. Hep diyorum, kadına yatırım yapacaksın arkadaş..Para icat edilmemiş düşünsenize, 'al kolye ver küpe' muhabbetleri gırla...Yalnızzz iyi ki o dönemde yaşamamışım, tek bir eşyamı takas etmezdim öyle duygusal bağlarım var benim :) Neyse..




Günümüze doğru yaklaştıkça, tarih kana bulanıyor. Daha önce de bahsettiğim üzere İspanya diktatörü Franco döneminde yapılan zulüm, işkence ve katliamlar, o dönemde kullanılan medya araçlarıyla gözler önüne seriliyor.


Müzenin sonuna doğru günümüz Katalan halkından fotoğraflar koymuşlar. Bir doktor, bir öğretmen...bir mimar..Mesela Gaudi...bir aşçı...Mesela Ferran değil mi..



Ferran demişken aklıma geldi, ben El Bulli ile ilgili yazı yazmıştım ya, sen Ferran alın git restoranı kapa.. Şaka bir yana Senyor Adria gerçekten kapatmış restoranı ve Bulli Foundation adında yeni bir oluşuma doğru adım atmış. Henüz araştırmasını yapmadım, en kısa zamanda güncelleyeceğim bu bilgiyi. Eveet nerede kaldık...Dediğim gibi en son da Katalan fotoğraflarıyla bitiyor müze gezim. Yine dikkatimi bir konu çekti gezerken. Her zaman olduğu gibi engelli insanlar için kolaylık sağlanmış müzede. Barcelonanın birçok yerinde bu böyle. İkincisi ise çocuklar için minik alanlar kurulmuş. Mesela bir yerde langırt gördüm. Böylece aileler rahatça gezerken bebeler de keyifteler. Son olarak bir nokta daha. Bizde müzeye gitsen hiçbir yere elleyemezsin ve fotoğraf çekemezsin. Burada herşeye dokunuyorsun, ay kırıldı yok bu oldu...Sergi değil yani..Yaşayarak, hissederek anlıyorsun..Örneğin bir deri parçasını nasıl o zamanlarda işlediklerini bir video koyarak göstermişler ve hemen bir bölmede siz de deneyebiliyorsunuz bu işlemi. Alet edevat hazır. Güzel bir mantık.. Bu arada, müze, o gün ücretsizdi. Bu müze ve birkaçı daha her ayın ilk pazar günleri ücretsiz. O kadar çok müze varki ...


Müze çıkışı yalnız olmamın verdiği huzurla biraz yürüyüş yapmak için sahile gideyim dedim..Ne zamandır şu 'W Hotel'i bir göreyim diyordum, eh bu sefer kısmet oldu :) Ama W Hotel değil anlatacağım asıl olay..


O gün pazardı ya, ben sahile bir indim, o kış günü bir dolu insan..Ne yapıyorlar? Elbette spor! Patenciler ve kaykaycılar klasik onlar her yerdeler...Bir de bisiklet tabi ki..Millet deliler gibi koşuyor yaaa. İyi de kış mevsimi, hava soğuk değil de fazla serin diyelim. Arkadaş hani tembeldiniz siz?


Tam o sırada bir kısım insanın sahile karşı oturup bir şey izlediğini farkediyorum. Yaklaştıkça anlıyorumki, izledikleri şey sörf yapan insanlar..Ne garip değil mi? Küçüklüğümüzden beri bize ne öğretilirse onu almışız ve onu doğrumuz yapmışız. Mesela dondurma yazın yenir. Geçen buzz soğukta dondurma yerken kendimi nasıl suçlu hissettim anlatamam. Sonunda hasta olacağım çünkü..Ama olmadım. Denize yazın girilir. evet hepsinin belli mantığı var. Burda şu şarkı devreye giriyor: ' Seni de beni de yiyiyorlar".. Demek istediğim o soğukta nasıl suya girdiklerini hayretler içinde izledim. Kıyafetler korunaklı ama ne kadar olabilirki? İzledikçe keyiflendim, nasıl eğleniyorlar hepsi...Bir de kulağıma deniz sesi çalınıyor ya, yok benden mutlusu...Bir video çektim buraya koymak için...Kokusunu alamasanız da sesini duyalım, yazı beraber özleyelim diye :)
Neye yanıyorum biliyor musunuz? Yıllarca pazar günleri ne yapsak, nereye gitsek diye düşündük durduk. Allahtan babamın pazar günü gezme sevdasıyla annemin doğaya aşık olması birleşmişde pazar günlerini alışveriş merkezlerinde geçirmemişiz. Ama elbette oldu bizim de çok gittiğimiz. İşte o günlerimize yanıyorum. Bizim kültürümüzde spor yapmak=zayıflamak olmasına yanıyorum. Burada kazanıyor olduğum en güzel alışkanlıklardan biri bu olacak galiba. Sporu hayatımın bir parçası yapmak. Baktıkça deliriyorum. Zaten bir sonraki paragrafı bu delirme sonrasında soluğu aldığım buz patenine ayırıyorum :)


Dediğim gibi aldığım bu spor yapma gazı, içimde biriken enerji ve hırs sonrasında Dima'yı sürükleyerek buz pateni yapmaya götürdüm Sürükleyerek çünkü Andorra tecrübesi sonrası yavru maymun fena korkmuştu :) Hem denemek istiyor, hem de "bak daha düşmeden ağrıyor totom, o kadar bozuldu psikolojim" diyor :) İkna çabalarım sonuç verince her adını söylediğimde erkeklerin kalbinin hop ettiği Camp Nou yollarına düşüyoruz.

Benim bu buz pateni sevdam taa ilkokul üçte annemlerin beni kursa yazdırmasıyla başladı. Ankarada o çılgın soğukta napabilirsinki? Ancak karla soğukla ilgili bir aktivite bulacaksın..Ne kadar teşekkür etsem azdır, anneme ve babama..Bütün maymun iştahlılığıma katlandılar yıllarca. Karakterimde varmış meğer...Ama bak yıllar sonra meyve veriyorum :) Neyseciğim.. Biz Camp Nou'ya vardık, patenlerimizi alıp piste çıktık. Ortalıkta bir amca, amca belki yanlış kelime, bildiğin bir dede dolaşıyor. Üzerinde kırmızı şeytan kostümüyle. Adam dakka birden sardı bize. Katalanmış elbette :) Nasıl şirin..Bir de anlasak...Tamam genel fikre hakimiz de, o kadar işte...Gidene kadar konuştu, buz pistinin üzerindeki Barça'nın logosuyla fotoğrafımızı çekti, ben videosunu çekerken artistik hareketler yapıp poz verdi. Yani tüm şirinliğini sergiledi kısacası. Ben piste çıktığımda ilk bir sendeledim sonra hemen yolumu buldum. Ama bu Dima'nın ilk deneyimi olduğundan şeytanla elele uzunca bir süre kaydı :) Baktım bizim yaşlı şeytan kaymaktan çok anlatmayı seviyor, gidip Dima'yı kurtardım cehenneminden. Biz orda masum bir şekilde kayarken, piste 5-18 yaş arası veletler çıktı. Nasıl bir kaymaktır bu? Tek ayak üstünde bir figürleri var, bak bunu burda söylüyorum, o hareketi öğrenicem, vidousunu da buraya gelip koyucam. Ben böyle klas bir şey görmedim! Hatunlar normal yoldaymışçasına-ki ben o hareketleri karada da yapamam- vücutlarını buzda esnetiyorlar. Elbette onları izledikten sonra ikimizin de gözü döndü. Mart ayının sonlarına doğru açılacak kursun talipleriyiz :)




Bunlar rüyalardı. Bu hafta iki sınavımın olduğu ise soğuk bir gerçek. Bir de tez/proje muhabbetinin ilk çeyreğine girmiş bulunuyoruz. Bir de zorunlu stajımız var. Olsun, hepsine hazır Melikuş. Her gün bir öncekinden daha güzel çünkü..Harika bir hafta herkese....

7 Şubat 2012 Salı

Esprit de Corps

Ufff ne çok zaman oldu gelmeyeli yazmayalı...Taaaa Portekiz'e gitmeden önce gelmişim buraya. Portekiz'e gittim, Türkiye'ye gittim döndüm, Andorra'ya gittim geldim, bir dolu anı ekledim yaşlanınca anlatmak için ve sen hala burada beni bekliyorsun öyle mi canım blogum :))))

Eveeeeet nerden başlasak nerden...Birşey söyleyeyim mi biraz da kaçtım sanki buraya gelmekten..Portekiz'de olan birkaç alakasız olay sonrası keyfim kaçtı sanki...Ama şimdi süperim, dönüşüm muhteşem oldu, no worries :)

Okke hadi başlayalım bıdı bıdıya...Yalnız Portekiz'i başka bir posta saklıyorum, canımın istemesi lazım onu anlatmak için..Türkiye'de neler oldu...Gidene kadar neler düşünüyordum yarabbim...Çok aşık oldum Bcn'ya ama yok ben İstanbul'u çok özledim, yok ben beyaz peynirim olmadan yaşayamam, hani kuru fasulyem falan da filan..Ama gel görki kazın ayağı öyle değil imiş..Şöyleki...Ben AHL'ye indim, havaşa binmek için dışarı çıktım. Bir de baktım Türkler, bir de baktım İstanbul..Bir de baktım herşey yerinde, sadece Türkçe konuşmak garip yani güzel geldi...Meğer ben hiiiiiç özlememişim İstanbul'u...Sen misin bunu duyan?! Arkadaş İstanbul bana etmediğini bırakmadı. Ben böyle bir soğuk görmedim. Yazık Çağrı kalkmış Bursa'dan 2 günlüğüne beni görmeye gelmiş, 2 dışarı çıkalım dedik ağzımızdan burnumuzdan geldi..Sulu kar mı desem, yağmur, rüzgar...Yüzümü hissetmiyorum soğuktan...Ellerim zaten vücudumun bir parçası olmaktan çıkmış...Sen misin güneşli yeri bırakıp, buraya gelen..Sen misin beni aldatan başka şehirlerle...Tokadı yedim anlacağınız...Haketmiştim ama doğrusu :) 1 hafta İstanbul'da kaldığım sürece 1 saniye durmadan tek yaptığım şey koşmak oldu..Tüm arkadaşlarımı görebilmek adına..Onlar da benim için gecenin bir yarıları evime taşındılar...Çook ama o kadar güzel zaman geçirdimki anlatamam...Hayat aileyle ve arkadaşlarla güzel diyorum ya hep, hep aynı şeyi hissediyorum....Neler yaptık? Çok konuştuk, alışveriş yaptık, yeni mekanlarda yemekler yedik-sonunda İstanbul Modern'in restoranına gidebildik Feyzoşumla... Her ne kadar çalışanlar umursamaz bir tavırda olsalarda yemek şahane ve manzara hüperdi...1 haftanın sonunda yılbaşı için İzmir yolları gözüktü bana, malum büyük aileyle kutlama vardı...Eskiden toplanır kutlardık yılbaşını ama son zamanlarda herkes bir yerlere dağıldğından pek mümkün olmuyordu. Bu yıl ufaklıklar yine gelemese de çok güzel bir gece geçirdik...Onlara Bcn'dan Cava ve domuz bacağı aromalı cips götürdüm...Annanemi bu yaşta günaha sokmak da güzel :))) İzmir'de hava çok daha güzeldi. Yine arkadaşlarla ve aileyle bolca geçirdiğim zamanlar...Ortaokuldan arkadaşlarıma kadar görüştüm..Hatta blogum hakkında komplimanlar aldım, bir de hediye caz cd'si, yeniden teşekkürler :)))

Sonra dönme vakti geldi çattı. Hem ayrılmak istemiyorum sevdiklerimin yanından hem de dönüşte finaller var, bastı beni korkular...Ama Barcelona havalanına inene kadar sürdü herşey-El Prat...Daha inme pozisyonunu almadan güneş ısıttı tüm vücudumu...Gözlerim kamaştıkça, bir zamanlar İstanbul için yaşadığım delirmeleri şimdi başka bir şehir için yaşadığımı farkederek güldüm kendime...İlk iki hafta dediğim gibi koştur koştur sunumlar ve sınavlarla geçti..Sonra bir gün arkadaşlardan biri "tak etti canıma, bir yerlere kaymaya gidelim, ben bir tur buldum" deyince, herkes bunu beklermiş gibi atladı....Vakit yaklaştıkça sayımız azaldı ama o kadar güzel bir haftasonu geçirdimki Andorra'da...anlatamam...ama deneyeceğim :)


Girizgahı Andorra'yı tanıtarak yapmak istiyorum. Ben bu önbilgi olayını çok severim :) Principat d'Andorra yani Andorra prensliği yaklaşık 90bin kişinin yaşadığı, gelirinin %80nini turizmden sağlayan Fransa ile İspanya arasında kalan, dünyanın 6. minik ülkesi. Fransa ile İspanya arasında kalmış olması sadece coğrafik olarak değil...Dili para birimi de arada kalmış, Katalanca konuşup, şimdilerde euro kullanıyorlar. Portekizce ve Fransızca da yaygın çünkü ülkeninin çoğunluğunu Andorralılar, İspanyollar, Fransızlar ve Portekizler oluşturuyor. Kendi havaalanları ve demir yolları yok. En yakın havalimanı Fransa'daki Toulouse ya da İspanya'da Girona veya Barcelona. Dağların üzerine kurulu bir ülke olmasından dolayı serin yazları, buzzz kışları var. Elbette bu kışlar, kış turizmini beraberinde getiriyor. E biz de bundan geri kalmayalım deyip bir haftasonu atlayıp Andorra'ya gittik.



Sınıftan 6 kişiyiz giden. İki kişinin önceden kayak deneyimi var, diğerlerinin "0". Telesiyej kelimesi bizim için hayal yani o ana kadar. Bulunduğumuz alanda ders de veriliyor ama bizim arkadaşlar ısrar ediyor 'biz size öğretiriz' diye.Bir de yolda vıdı vıdı başımızı yiyen çocuğun teki, eğer daha önce buz pateni ya da rollerblade yaptıysanız, mantığını hemen kavrasınız, diyor, yutuyoruz. Taktık ayağımıza koca koca kayakları elde bastonlar -bilmiyorum özel bir adı var mı- tıngır mıngır telesiyeje. 3 süper zeki hatun bindik biz bu alete ve korumalığı indirmemişiz. Yarabbi nasıl titriyoruz aşağı baktıkça. Birimizin de aklına gelmiyor mereti indirmek.  Ve sürekli izlediğim korku filmi geliyor aklıma, telesiyejde takılı kalıyorlar ve gece oluyor,çocuk atlamak zorunda kalıyor, ortalık kan revan...Bu arada bir de fotoğraf çekmek istiyorum-bak sen keyfe bak- ama makinayı kabından çıkarırken yanlışlıkla azıcık dengemi kaybederim diye üçbuçuk atıyorum. Bir fotoğraf çekildik, koysam buraya gülmekten yarılırsınız. Hani bebekler çok korktukları birşeye kıkır kıkır gülerek tepki verirler , aslında ölümüne korkuyorlardır ya..Hah işte benimki de o hesap...Bıraksalar bağırıcam "anneeeeeeeeeeeeee" diye....Sağ sağlim indik biz bu aletten ama inmez olaydık. Bize en kolay rotadır bu diye söyledikleri pist, bana göre bildiğin kış olimpiyatları için hazırlanmış gibi... 2 dev tepeden oluşuyor. Birincisini güç bela atlattım ama çook komiktim gerçekten..Kaymadımki ben orda, bildiğin yampiri yampiri yürüdüm...Yanlışlıkla bir kayayım desem, şu şarkıya bağlıyorum modu "üflemeyin sakın dostlar, uçuyorum oh oh"... Resmen uçuyorum, kaymıyorum. Ama buraya kadar iyiymişim gerçekten, olay 2. tepeye gelince ortaya çıktı. Bu bizim deneyimli arkadaşlardan biri bana accayip gaz verdi "sen böyle kayıyosun, şöyle güzel öğrendin, hemen kavradın, düşmekten korkmuyosun, önemlisi de bu" falan filan...Ben bir Türk olarak aldım bu gazları koydum cebime ve düştüm yola...Yav şimdi bunu yazarken ve arkadaşlarla konuşurken süper komik ama gel görki o an, birazdan anlatacaklarım ölümün ta kendisiydi. Ben ve gazım kaymaya başladık. Aldığım gaz mı beni itti yoksa ben mi kendimi, bilmiyorum. Gene bir kanatlanma durumundan sonra aa bi de baktım yerdeyim. Ama kafam yerde, bacaklarım değil! Dur azıcık gülücem burada :)))) O kadar kötü, o kadar kötü bir durumdayımki..Tek gördüğüm şey ayaklarım, ve çalışan tek organım ağzım, arkadaşıma yalvarıyorum "Cecy, Cecy, Cecy"..Gel bile diyemiyorum, öyle acınaklı bir sesle sürekli kızın adını tekrarlıyorum, verdiğin gazı gel al gibilerinden...Pozisyonum o kadar kötüki nefes alsam geriye doğru başımın üstünde kayıyorum. Biri elini verse, toparlanmak1 saniyenin işi ama Cecy de çok yakın değil. Ben sakin olmaya çalışıyorum ama olacak gibi değil. Bu pozisyonu eğer toparlayamasaydım olacak şey şuydu, iki bacağım da dizden kırılacak. Çünkü arkaya doğru kayarak yana doğru açılıyorlar! Bilmiyorum şu an azıcık gözünüzde canlandı mı, ama bırakın canlanmasın mümkünse :) Ne büyük rezalet... Neyse Cecy sonunda geldi elini uzattı ve dediğim gibi saniyelik bir olayla ben düzüme döndüm. Kalbim çıksa çıkardı o an...O haldeyken tek düşündüğüm, en yakın hastanenin nerde olduğu, beni burdan kimin alıp oraya götüreceği, okuluma nasıl devam edebileceğim gibi dertler...Offf yine tırstım yeminle o anı hatırlayınca...Daha komiğini söyleyeceğim şimdi. Cecy beni kaldırdı hala öğüt veriyor, şöyle yap böyle yap diye... O sırada kendisi dengesini kaybedip, gelip duran bana çarpmasın mı...Haydaaaa başladım mı ben yine uçmaya... Bu sefer ciyak ciyak bağırıyorum ama :)) En sonunda bir İspanyol grup geldi yardımıma yetişti.. O panikle bir de İspanyolca konuşmuşum, hay Allah... Bir süre bana öğretmeye çalıştılar "paralel git" diye birşeyler zırvaladılar ama benim tek düşündüğüm bu dağdan nasıl ineceğim olduğu için, "Adeooo!" demekte gecikmedim. İki tepe arasında meğer jet-ski'nin karda yapılanı gerçekten adını bilmiyorum, geldi aldı beni ve diğer bilmeyen arkadaşlarımı da aşağı taşıdı. Sanki 2 dakika önce bacakları ayrık geriye doğru giden dedemdi. Bu alete oturunca off bir keyiflendim yeniden...Dünyanın en güzel şeyi olabilir..Hatta oradaki en cool alet..Elbette kullanmak değil arkada oturmak..Mümkünse karlı bir dağ görmeyeyim yalnız uzunca süre....Buz patenine benziyormuşmuş..Oldu canım, görürsem bir ara... Bu saçma deneyimden sonra inip Andorra'da dolaşmaya başlıyoruz. Önemli bir ayrıntı.. Andorra tax-free yani vergiden muaf bir bölge. Free shop'un ülkeye dönüştürülmüş hali..Parfüm, elektonik, sigara, içki daha ucuz yani... Biz hiçbir şey almadık, bilmiyorum neden...Ama almak isteyenler için cennet gibi...
O gece yatarken Dima güzel bir cümle kurdu, önce dedi ki "neden ders almadık"..Sonra "herşey olabilirdi, bir yerimizi incitebilir, kırabilir, aylarca hastanelerde sürünebilirdik." "but really noo..i am smarter than this".."Ben bunu yapacak kadar aptal değilim". Tanrı bize bir şans verdi biz de onu ikinci gün kullanmaya karar verdik. Dualarla uyuduk...


İkinci gün öğreniyoruzki yeni başlayanlar için başka bir pist varmış. İlk günkü hezimetten sonra bu pist bebek oyuncağı kaldı tabi! 3 kere kaydık sonra "ee bu ne be?!" hissi geldi oturdu. Dönüşte ben duramayıp minik bir tepeden kayıyorum ve hevesmi alıp son noktayı da böylece koymuş oluyoruz.

İlk gün Andorra'da güneş vardı, bir de kayma olayı bizim için ciddi bir aktiviteye dönüştüğünden, spor salonunda koşarcasına terledik. İkinci gün ise deli gibi soğuk ve fırtınalıydı. Çılgınlar gibi kar yağdı. Bilmiyorum en son ne zaman böyle bir manzara görmüşümdür... Tadını çıkarıp karlara uzandık, kartopu oynadık.. Bildiğiniz çocuklar gibi şendik yani :)))


Andorra macerası böyle geçti..Şimdi benim asıl Barcelona ile ilgili anlatacağım şeyler birikti ama onu bu yazıyla birleştirirsem galiba fazla olacak.. Onun yerine fotoğraf ve video ekleyeyim ben, sonra kısa zamanda yeniden yazacağım..Tembelliğimi üzerimden attım, böyle biline!