12 Nisan 2012 Perşembe

Valencia-2

Eveeet 10 günlük bir aradan sonra yine kürkçü dükkanındayım işte :) Çok güzel bir tatil geçirdim, paskalya bayramına teşekkürlerimi iletiyorum. Annemle babamın geleceğini söylemiştim değil mi? Eh ne kadar coşkulu zamanlar geçirdiğimizi tahmin edersiniz siz sevgili okuyucular. Onlar sayesinde Barcelona'yı bir kere daha keşfettim. Ama yalnız bu değil, başka şeyler de anladım, mesela günlük dildeki ispanyolcam epey idare ediyormuş beni. Şimdiye kadar bunu böylesine test edememiştim zira yanımda yöremde genelde Latinler olduğundan bana pek söz düşmemişti. Bir de dışardan bir gözün şehri izlemesi farklı oluyor elbette. Bir süreden sonra insanın gözü alışıyor ve ilginç bir şekilde bakar kör oluyorsun. Ya da mana veremediğin basit bile olsa bazı şeyleri, dışardan bakan biri daha rahat görebiliyor. Uzun lafın kısası her zamanki gibi, maddi manevi beni motive etti ailem, ben de onları sanırsam. Bir bıldırcın eksikti ama açığı yazın tamamlayacağız inşallah...

Valencia'dan devam edeyim önce, sonrasında annemleri gönderdikten sonra karıştırdığım  haltlardan bahsedeceğim biraz. Son yazımda-ki o Valencia'nın ilk yazısıydı- demiştimki Las Fallas festivalinde erkekli kadınlı, çoluklu çocuklu yürüyüş yaptılar. Ve fotoğraflarını da bu postta koyacağımı söylemiştim. Gelsin o fotoğraflar o zaman. Çok şirin anlar yakaladım. Bir de arkadaş güneye indikçe hava ısındığı gibi insanların kanı da ısınıyor işte... İnsanlar Barcelona'ya göre inanılmaz sıcak, sürekli bir gülümseme, bir poz verme çabası...Ki Valencia güneyde bile sayılmaz. Bu paskalya tatilinde İspanya'nın güneyine inen arkadaşlarım asıl oradaki insanların inanılmaz sıcak kanlı ve sempatik olduğunu öyle bir heyecanla anlattılarki, zaten aklımdaydı ama şimdi gitmek farz oldu! Onlar anlatırken her tarafım çatlayıp patladı kıskançlıktannn :))) Sevimli bir kıskançlık bu, ama not defteri çıkartan cinsten :) Amma uzattım, fotolarrrr....









Valencia ile ilgili anlatmadığım önemli bir kısım var. Bu şehrin adı söylenince akla hemen 5 bina ve bir köprüden oluşan bölge geliyor. Santiago Calatrava ve Felix Candela isimli mimarların elinden çıkan büyülü yapılar... L'Hemisferic-Imax sineması ve planetarium, L'Oceanografic -akvaryum, Principe Felipe Bilim Müzesi, Reina (Kraliçe) Sofia Sanat Sarayı ve Agora.





Biz bunlardan sadece akvaryumu gezdik çünkü vaktimiz çok dardı ve festival bizi çağırıyordu. Sadece akvaryum bile saatlerimizi aldı. Daha önce 3 ayrı şehirde-İstanbul, Barcelona ve Boston'da- akvaryum görmüş olmama rağmen bence bu en ilgi çekici olanıydı. Binanın sadece mimarisinin bile büyüsüne kapılıp gidebilirsiniz. Burada bir de yunus şovları vardı ve benim için bu bir ilk oldu. Yunuslara bir kez daha aşık oldum. Burunlarının üzerinde son süratle adam taşıyorlar, var mı böyle bir şey?! Zaten ağızlarında sürekli gülen bir ifade. Öyle ağzım açık şekilde izlerken, şov bitiverdi. Elimde kalan foto ve videoları ekliyorum. Bundan sonraki hedefim işte sana yazıyorum bilokcan, yunuslarla yüzmektir!






Bu paskalya tatilinde bazı arkadaşlar Valencia'ya gitmişler. Herkes bizim kadar sevmemiş. Şöyle ki, festival zamanı gerçekten inanılmaz heyecan vericiydi, sanki bütün Avrupa'nın gençleri oradaydı, belki o yüzden bu kadar çok sevdik Valencia'yı.. Ama bence yinede iç heyecanın etkisi yadsınamaz.. O yüzden 'özellikle özellikle' yolculuğa çıkarken kimseyi baz almam ben. Bana dünya güzeli gelen, şezlongda güneşin alnında uyuduğum, sonra buz gibi suyuna 2 saatte zor girdiğim, dalından yeni kopmuş üzüm yediğim Bozcaadam birtanedir de, bir başkasına "önce Çanakkale'ye git, sonra Geyikli'ye geç sonra yok anacım vapura bin, teeeeee" dir. Bilmem anlatabildim mi..Görecelidir bu işler a benim canım...


Eveet bugünkü izafiyet dersimizden sonra bir diğer konumuz şu...Annemler geldi ya buraya, hergün sabahın kör vaktinden akşamın bir yarısına kadar kendimizi ordan oraya savurduk, sağolsun hava da bozuktu çoğunluk, ben o arada kapmışım şifayı a dostlar. 2 gündür okul falan hak getire, sürekli bir yatak halleri, C vitaminleri, çorbalar, limonlar, Theraflu falan derken... Gıcık zamanlar yaşıyordumki... Bugün bir de baktım bu hastalığın bana getirisi olmuş...Ne zamandır izleyeyim izleyeyim dediğim Facebook'un hikayesinin anlatıldğı 'Social Network" filmini izlemeye vakit bulmuşum, ondan sonracığıma bir de elim kitap tutmuş..Ne çok özlemişim ben meğer sakincecik bir gün geçirmeyi...Sakin dediysem...Bedenim için...Yoksa ruhum hep dalgalıdır benim..


Neyse..Filmden bahsedeceğim. Ben çok etkilendim yahu!Daha izlerken bloga ne yazmam gerektiğini düşünmeye başladım. İzledikten sonra, burada film delisi bir arkadaş var,onunla filmi tartışırken, sıkıntıdan filmin sonunu bile getiremediğini söyledi mesela. Al sana bir görece daha. Uzatmayayım, filmde Mark Zuckerberg isimli şahsın facebooku kurma hikayesinden bahsediliyor. Bu vatandaşın bu fikri çaldığını biliyor muydunuz?
Ben bir ders aldım bu master programında. Adı 'stratejik karar alma'. Orda bize şunu öğretti sevgili hocamız Yancy (Vaillant), elinde çok güzel bir girişimcilik fikri olabilir ama bunu uygulamaya koyacak yetenek ve kaynağın yoksa, bunlara sahip olan kişi kısa süre sonra senin iş fikrini kopyalayıp, seni diskalifiye edebilir. İşte Mark Zuckerberg'in fikrini çaldığı kişilere olan, tam da budur. Sonrasında Mark, onu, fikri çalmakla suçlayacak kişilere, koltuğunda yayılıp şöyle diyecektir ' İyi bir sandalye yaptığında, daha önce sandalye yapmış herkese teşekkür etmen gerekmez'.
Film tamamen bir Amerikan filmi, tüm diyalog, hareket ve klişeleriyle. Ama beni çok etkiledi, belki konu ilgimi çektiğinden..Mark'ı oynayan velet de bana kalırsa gayet iyi bir iş çıkarmış- üstelik orjinalinden yakışıklı :)
Filmde çok hoşuma giden bir nokta oldu. Facebook giderek ünlendiğinde, Mark Zuckerberg'e 'napster' sitesinin kurucusu şöyle diyor "iş giderek büyür ve sonunda büyükler gelir sana derki 'tamam evlat iyi iş çıkardın, bundan sonrasını biz hallederiz". Sonrasında ekliyor "işte o zaman kartvizitini çıkarıp diyeceksin ki 'I am the CEO, bitch' ". Ve sonrasında Facebook'un üye sayısı artıp kutlamalar yapıldığından Mark cebinden  kartvizitini çıkarıyor.



Burada noktayı koymadan önce... Düşündümde benim doğum günüm yaklaşıyor ve ben onu her yıl kutluyorum, ama blogumun kuruluşunu hiç kutlamıyorum. Üstelik o da benim gibi nisan doğumlu. Blogumun 4. yılı şerefine birer minik hediye vermek istiyorum 2 sevgili okuyucuya. Ammaaa..bir sorum olacak:
Flamenko dansçılarının ellerinde şaklata şaklata (bizim dansöz zilleri gibi) kullandıkları tahta parçasının adı nedir? Cevabı sevgili bebe'nin facebook sayfasındaki bu postun altına yazın. Küçük bir çekiliş yapacağız ve sonra adrese postaaa :)

Kapanış elbetteki şarkıyla...Meral ve Yaman Okay için gelsin bu vals...Şimdiden güzel haftasonları!