28 Haziran 2010 Pazartesi

aynı kişi bile olabiliriz..

Ben geçtiğimiz haftaiçinde ofiste oturdum, öğle aralarına çıkmayıp, bilgisayarda Edirne turlarını inceledim. Kendime notlar çıkardım. "Edirne : Serhattaki Payıtaht" belgeselini seyrettim. Osmanlı tarihinin dörtyol ağzı denilen Edirne'ye gitmeden önce dersime çalıştım. Edirne'nin tarihini öğrendim. Hava durumunu inceledim. Yağmursuz olan cumartesi mi pazar mı diye şansıma sorup durdum.

Cumartesi günü son anda Emre'nin de bana katılmasıyla Nilüfer otobüsünde yerimizi aldık. Başta gazete okumaya çalışırken sonrasında kendimi hemen pışpışladım ve Edirne otogarına kadar süper hüper bir uyku çektim. Şehre geldiğinizi hemen anlıyorsunuz çünkü heryerden kolayca görebiliyosunuz Mimar Sinanın "ustalık eserim" dediği Selimiye Camii'yi.




Öncelikle Edirne hakkında ufak bilgiler...Fatih Sultan Mehmet, bu şehirde doğup büyümüş.. Edirne sırasıyla Pers, Makedon, Roma, Bizans ve en son Osmanlı hakimiyetinde kalmış. Avrupa'ya açılan kapımız sayılan Edirne'den Bulgaristan ve Yunanistan'a geçiliyor. Şehrin her tarafında Yunanistan'ı, Selanik'i işaret eden tabelalar var.  Osmanlılar zamanında 92 yıl başkentlik yaptıktan sonra, bu görevini İstanbul'a devrediyor.



Son durakta iniyoruz. Son durak Selimiye Camii. Camiye girmeden "Selimiye Arastası" adlı  çarşıya girip soluklanıyor, Edirne'ye özgü mis kokulu meyve sabunlarının arasından geçiyoruz. Burada küçük boyda üzerinde ayna ve süslemeler olan süpürgeler satılıyor. Bu "aynalı süpürge"ler genç kızların çeyizine konulurmuş. Süpürge kızın çalışkanlığını, ayna ise güzelliğini temsil edermiş. Dönüşte alırız dediğimiz bu hediyelikleri, şehirden apar topar çıktığımızdan almayı unutuyoruz:) Ve karşımızda tüm heybetiyle Selimiye.. Ortalıkta turistler yokken rahat rahat geziyoruz caminin önce çevresini, sonra içini. Muazzam büyüklükteki kubbesinin tam altında duruyorum. Kubbenin yerden yüksekliği 70 metrePeki çapı? O da 32,5tu yanılmıyorsam. Yerler halı kaplı. Ev gibi içerisi. Koca kubbeli bir ev. Hayran hayran dolaşıyoruz içeride. Koca Sinan'ın "ters lale" figürünü arıyoruz. Aslında caminin iç motiflerinde çokça kullanılan bu lale motifinin bir anlamı var, özellikle ters olanının.. Bu bir rivayet ama ben şehir efsanelerine bayılırımki zaten.. Mimar Sinan zamanında bu camiiyi yapacakken, arsa sahibi lale bahçesi olan gayrimüslim bir kadınmış. Arsasını da satmamak için büyük bir direnç göstermiş. Mimar Sinan da kadını ikna ederken onun bahçesini simgeleyen laleleri kullanacağını söylemiş eserinde. Ama bir lale tersten işlenmiş o kadının terliğini anlatmak amacıyla. Bunca lafı söyledin peki laleyi gördün mü diye sorarlar adama :))) Göremedim. Kocca camide kendimi ordan oraya savurdum, Emreyle helak olduk bulacağız diye. Yok, yok! İçerdekileri sorguya çektik:) Artık vazgeçmiş halde caminin bahçesinden çıkarken bir küçük çocuk söyledi yerini ve fakat vakti doğru kullanmak adına dönmedik artık.

Acıktık.Hem de çok. Koşarak Edirne Ciğercisi Kazım Ustaya gittik. Bulana kadar, bir o dükkana soruyorum, bir bu. Bir ciğerci bulduk adı "Ciğerci Kazım ve İlhan Usta". Dükkanın tekine soruyorum bu o ünlü ciğerci mi diye, evet diyor o. Ama, ama onun adı Kazım Usta olmalıydı. Bu hem Kazım hem de İlhan, onu napıcaz. Kadın gülüyor karşımda. Evet diyor, babasının adı o, ondan kalan... Ben de yarı kızarık gülümsüyorum, napayım içime sinmeyecek yoksa :) Yaprak ciğerin lezzetinin yanında bir de cacık, salata ve buraya özgü kızartılıp kurutulmuş acı biberler geliyor amsaya.. Ağız sulandırıcı..

Yemek sonrası Eski Camii'ye gidiyoruz. Adını bilmiyor olabilirsiniz ama şunu mutlaka görmüşsünüzdür:

Ara Güler'in "Allah ve Kadın" fotoğrafı.. Bu fotoğraf, Eski Camiide çekilmiş. Bence inanılmaz bir şekilde yakalanmış bir kare bu! Sadece göz ve yetenek değil, şans bu!

Eski Camiiyi dolaştıktan sonra  Meriç Nehri'ne uzanmak vaktidir deyip, faytona atlıyoruz. Benim ilk binişim. O yüzden sırıtıyorum sürekli :) Tıngır mıngır giderken o kadar çok sırıtıyorumki, utandığımdan, güneş gözlüğümün tüm yüzümü kapatması ne iyi olurdu diye düşünüyorum.. Sonunda Meriç'in kenarında inip çay içip, nehirden akıp giden suyu izliyoruz. Meriç Nehri'nin sınır olduğunu anlatan coğrafya derslerinin basmakalıp cümleleri geçiyor aklımdan. Gıcık oluyorum teorinin teoride kalmasına, coğrafya kitaplarının az fotoğraflı olmasına... Belki bu köprüyü görseydim daha çok sevebilirdim Meriç'i, daha önce tanıyabilirdim suyunu, sınırını... 



Faytoncu amca bizi Karaağaç'a götürmeyi teklif ediyor, kararsız kalıyoruz. Bir daha ne zaman geleceğiz kimbilir diyerek atlayıp yerimizi alıyoruz. Karaağaç ismi nereden geliyor? II. Dünya Savaşı zamanında  buradaki ağaçların kovuklarının içine dinamit lokumları konulmuş, işte tam da burdan.. Ağaçlıklı enfes bir yoldan ilerliyoruz. Temiz havayı içimize çeke çeke.. Yol boyunca tarla domatesi satılıyor küçük tezgahlarda.. Trakya Üniversitesi'nin kapısının önünde duruyoruz. İçeriye girebilir miyiz diye kafayı uzatırken, açık kapı bulup dalıyoruz hemen. Mimarisini çok beğendim ben Trakya Üniversitesinin. Yeşillikler içerisinde bir kampüsü var. Kampüs çıkışı çevreyi şirin Rumeli kafe-kahveleri sarmış. Üniversitenin bahçesinde Gazi Mustafa Kemal'in ilk defa bindiği trenin lokomotif ve bir vagonu konulmuş. Üzerine çıkıp içerideki fotoğrafları gördük. Tam o sırada benim bacağım fena halde kaşındı.Bir böcek bacağımı ısırmış! 2 evhamlı insan olarak keneciklerin kulaklarını çınlattık Emreyle bir hayli. Neyseki yaşıyorum hala:)






Faytonumuzla şehir merkezine dönüp, çarşıda Kavala kurabiyeleri satılan pastanelerin önünden geçerek dolaşıyoruz. Çarşıdan anladığım kadarıyla rahat, medeni bir şehir Edirne. Avrupalı Anadolu burası. Sonrasında,çarşıda  ünlü badem ezmeci Keçecizade'yi aramaya başlıyoruz. Şimdiye kadar hiç Bebekteki badem ezmesinden yemedim ama bu lezziz ötesi birşey!!! Bir çikolata kaplı bir de sade alıyoruz. Çikolata kaplı bittiği için buraya fotoğraf koyamıyorum, mazur görünüz, gözüm döndü :))))))) Belgelselde yapılışını izlediğim bu badem ezmelerinin ağzımda dağılışına şahit olmak ayrı bir zevk!... 
Dönüşte yapacak işlerimiz olduğundan erken terk etmek zorundayız Edirne'yi. II.Bayezid Külliyesini, Darülşifayı dolaşamıyoruz. Osmanlı zamanında burada akıl hastaları, su sesi, müzik sesi ve çiçek kokularıyla tedavi edilirmiş. Kırkpınar Güreşleri tam da gittiğimiz gündü. Fakat izlemeye gitmeyişimiz bilinçliydi. İnternet videolarından anladığım kadarıyla erkek egemen bir spor bu güreş! Tüm seyirciler erkek. Vazgeçildi. 

Tüm tarihi yerlerini arşınlayamasak da, temiz hava bol gıdalı bir gezi yaptık Emreyle. Tarihle ilgili kitap,belgesel gezi ve her türlü olgu ilgisini çeken Emre ile "kesin bir daha geliriz" diyerek ayrıldık şehirden..

Yazarın notu: Badem ezmesi beni kesmez diyenler için, ilginç helva ve lokumları var Keçecizade'nin. http://www.kececizade.com/

23 Haziran 2010 Çarşamba

one love one dream


Efes One Love Fest çooook eğlenceliydi. Cumartesi geç gitmemiz, konserlere arkadan bakmamızdan dolayı o kadar içine giremedik olayın. Pazar günü ise önden izlediğimiz konserler, erkenden gidip ortama adapte olmamız sayesinde gerçek bir fest günü yaşadık. Çok güzel fotoğraflar çektik.The Ting Tings'le coşu-coşuverdik Sophie Ellis Bextor'ın güzel sesini dinledik, porselen vücudunu seyrettik. O orada sahnede çığırırken, Keremcanla kendisinin bir British insanına göre sıcak kanlı olduğunu konuşadurduk, ama aklımdan yine de o ısıran gözleriyle kocakarı bir kaynana olabileceği geldi Sophie'nin. Sonra..Pazar günü erken vaktin sıcaklığı sıkı yağan yağmurla beraber yerini serin-müthiş bir havaya bıraktı. Yağmurda Tamirane'ye sığınıp şarap izleyip muhabbet ettik-hem de ilkokuldan sonra ilk defa gördüğüm arkadaşımla-hem de Keremcan sayesinde-evet yok artık-what a small world!....




Festival nelere sahne oldu? Züper vintage insanlara..Herkes tarz mıymış ya dedirten zırtapozlara...Yok artık bunca uzun bacaklı kız neredeydi şimdiye kadar diye sordurtan hatunlara... Şirin mi yoksa bunlar- gaylere... Uzun  takma bacaklılara, jonglörlere, poi-cilere, kargadan bozma karaokecilere, duvartırmanıcılarına falanvedefilan...

Her baktığımız tarafta ne vardı? Rengarenk rüzgar gülleri..Festivalin simgesi..."Çimde yatar", "blogger",  "aşık" 'badge'leri...

Gelecek yıl daha iyi tipler gelir mi demeden bu yaz yapılacak çook şey var..Caz festivalimiz var bizim, U2 var, Cranberries, Gotan Project and many others...

Haftasonu Edirne-Kırkpınar güreşleri var. Birbirinden alakasız haftasonlarım..Er meydanında "thats not my name söyleyeceğim" sanki...

İyi haftalar...

18 Haziran 2010 Cuma

gezi kitaplığım



Bir gezi kitaplığım olsun istiyorum ben. Bunun için çalışmalara başladım. Fakat her kitabı 200 kere okursam kitaplığım azıcık zor büyücek demektir. Gizemin ilk kitabına yeniden başladım.Doyamamıştım. Ek olarak ise kendime 2 kitap daha aldım. İlki Buket Uzuner'in "Gezi Kitaplığım" serisi. Bu kitap serisi 3 cep-boy kitaptan oluşuyor. İçinde interail ile ilgili bir kitabı vardı yazarın ve İspanya'dan da bahsediyordu, yani kalbimi çaldığı noktalar bunlar. Okuyup göreceğiz.Diğer kitabım ise 28 milyor olmasına karşın her kuruşunu hakediyor! Nedir bu kitapcağızımız : Gezi Türkiye. İçinde züpper fotoğraflarla, Türkiyenin dört bir yanını gezerken en dipte kalmış en güzel noktaları da gezmenizi, görmenizi sağlayacak bilgiler olan, her yıl yeni baskısı takipçileri tarafından tüketilen, benim dün keşfettiğim kitap oluyor kendisi.Ben Alkım'dan aldım.İdefixte de buldum, linki budur :

http://www.idefix.com/kitap/gezi-turkiye-tarih-rehberi-kolektif/tanim.asp?sid=FTJCUU3ALT0TRO05SQXD

Başka başka kitaplar da buldum. Sıraya koyup sakince, okuyacağım hepsini. Not almak konusunda kararsızım, yani bir defter edinip kısa notlar mı düşmeliyim okurken, yoksa post-it lerle halledebilir miyim dersiniz bu işi? Kitabın her tarafı yabuş yubuş post-it olmasın sonra :) )

Gezi Türkiye kitabının içinde, keşif kitabımın tanıttığı yerler yetmezmiş gibi bir dolu gidecek yeni yer var! Ama tabi bu kitaplar tarz olarak birbirinden farklılar. Keşif kitabım direk mekanlar üzerinden gidiyor ve daha neşeli bir üsluba  sahip. Gezi Türkiye..Nasıl desem, boğucu bir şekilde olmadan kısa tarihine değinerek, yapılmadan-görülmeden-yemeden-içmeden geçilmemesi gereken yerleri anlatıyor il-ilçe-kasaba-köy-semt bazında.

Yeni kitaplar aldıkça ve okuyup onayladıkça :) burada yazacağım. İlla almaya gerek yok, zaten her bir haltı okuyup okuyup buraya yazıyorum :)

Bu yaz yapacaklarımı belirlediğim için, kafamda bazı şeyleri -en azından 1-2 yıllık programımı- oturttuğum için, bu blogu yazdığım ve insanların beni desteklediklerini gördüğüm için mutluyum ve kendimi yanaklarımdan öpüyorum.

15 Haziran 2010 Salı

gümp gümp

                                                                                                                                           13/06/2010 Cts.

Uzun ve virgülsüz bir yazı.Kalbimin atışından belli. Bir insan zaman koşarken kendini baştan mı tanır? Ben bir süredir bunu yaşıyorum. İnanılmaz! Bir kız çocuğunu tanımaya çalışıyorum.

Sanırdım boğa burcunun "sabitliği" var bende. Kuaförümü, sevdiğim mekanları, en sevdiğim eşyaları değiştiremememi buna bağlardım. Eteğimin ucu, ayakkabımın kenarı kirlenince panik olurdum. Sahip olduğum herr-şeyi ölesiye sahiplenirdim. Çok gezip eğlendiğimiz geceler sonrası eve kapanırdım,evi özlerdim, yatağıma sıkı sıkı sarılırdım sanki biri alacakmışçasına..Sonra..

Sonra...İşe başladım ben. İş bir mahkûmiyet . Haftanın en az 5 günü aynı saatlerde az çok aynı şeyi yapmak demek. hayatı rutin kulvarda takip etmek demek. İşte tam da bu süreçte keşfettim içimdeki kızı. Yazları,kışları, bayramları,haftasonları ailemle çıktığımız her tatilde arabanın sağ arkasından pencereden dışarıyı seyretmeyi ne kadar çok sevdiğini anladım. Sessiz, saatlerce...Her şehirden ayrılışta, her yeni yeri görüşümdeki heyecanı kavradım. Yok ama bunu anlatamıyorum.Her yeni tadı hissedişimdeki o mutluluk..Her filmde, her yeni şarkıda..Her yeni renkte, her yeni tonda..Kavuniçinde..Eflatunda...Okuduğum her güzel kitapta, öğrendiğim her yeni kelimede..

Bana bir 'gitmek' duygusu geldi ki gitmek bilmiyor. Sabahtan beri Bebek şenliğinde dolaşırken yüzümden gülümsemem eksik olmadı. Çünkü çantamda 1 bilet vardı. Şimdi trende otururken Gizem(Altın Nance) 'in okuyacağım yeni kitabının ilk cümlesi beni anlatmış meğer..




"Bazı insanlar vardır. Her geçen gemi, her esen rüzgar hiç gitmedikleri yerleri hatırlatır onlara. Uzun zaman duramazlar aynı yerde, başlarını alır çeker giderler. Saçları hep deniz kokar nedense, çöllerde yaşasalar bile. "







Cumartesi sabahtan kargaların Gizem'in deyişiyle mok yemediği saatte uyanıp işlerimi hallettim ve Bebek yollarına döküldüm.Gittiğimde kargaların hala kahvaltı faslında olduklarına şahit olup, Bebekte turladım çünkü henüz stantlar kurulmamıştı. Benim gittiğim saatte bile onca insan akın ettiyse oraya gün içindeki alini düşünemiyorum bile. Epey dolaşıp hıncımı aldıktan sonra Bebek Şenliğinden ayrıldım elimde Bugga kanatlı meleğimle...




















Sonrasında trende..













                                                                                                                    









Benim fotoğraf çekme olayım o kadar komik bir hal aldı ki artık.. Elinde fotoğraf makinasıyla gördükleri herrrşeyi pozlayan Capon turistlere benzedim.



Eskişehirde bu sefer EsPark'ı gördüm. Alış-veriş merkezi. Home Store 'un kafesinde oturduk Nazancımla. Laf arasında Nazan artık bir avukat :) Hatta ağır ceza duruşmasına girmişliği bile var :) Muhabbete eşlik etsin diye kahve höpürdettik. Hava o kadar sıcaktı ki soğuk kahve bizi kesmedi. Esparkın hemen karşısında kapısından girince kafeler zinciri diyebileceğimiz 222 ye kapısından girdik ve oda oda çardakların birinin altına kurulduk. Orada içtiğimiz limonata bizi kendimize getirdi ama meğer sıcağın anlatmak istediği başkaymış! Bir yağmur bastırdı kiiii sorma gitsin.


Çok keyifli, bol muhabbetli bir Eskişehir gezisi oldu.

10 Haziran 2010 Perşembe

nasıl doydum



Gizem Altın Nance -Bir Türkün Green Card Anıları






                                                             Sertap Erener -Rengarenk

böğğk

Çok kötü bir korku-gerilim filmiydi dün izlediğim. Frozen.O kadar kötüydü ki üzerine bir iğrenç film daha izleyerek unutmaya çalıştım. Fotoğrafların canlılığına aldanmayınız.














9 Haziran 2010 Çarşamba

besmersoy

Markafoni bir kampanya başlatmış "Burcu Esmersoy ne giyiyor?". Ama beni ilgilendiren kampanyadaki şu fotoğraf. Çok güldüm



Sizce de "Koca Kafalar"a benzememiş mi?

7 Haziran 2010 Pazartesi

el fin de semana

Bu haftasonu Meggy ile Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Kalamış'taki evine gittik. Yazma Şenliği vardı. Açıkçası bizim için çok da şenlikli bir ortam olmadı. Bir kere beğendiğim ve hatta beğenmediğim herşey çok pahalıydı. Etek 75, şalvar 100, çanta 50 idi. O yüzden gezip tadını çıkarmaya baktık. Ve hatta şimdi Eyüboğlu'nun beni anlattığına inandığım şiirini buraya yazıyorum:


ELEMTERE FİŞ

elemtere fiş
kem gözlere şiş
benim bir yarim var müthiş
bazen yedi yaşında bazen yetmiş

elemtere fiş
kem gözlere şiş
benim bir yarim var müthiş
azcık rum azcık kürd azcık ermeni
aklına esmeye görsün.
Galata kulesinin
tepesinden atar beni
sonra benden önce iner, tutar beni

elemtere fiş
kem gözlere şiş
benim bir yarim var müthiş
yarısı imam yarısı keşiş
misli menendi görülmemiş
her parmağında bir marifet
hünerli mi hünerli

ayıptır söylemesi
hemi Galatasaraylı hemi Fenerli

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Kalamış sonrası Cadde'ye attık kendimizi. Lush mağazasından züper bişi aldım. Çikolatalı bir kalp.o.




Yareppim nasıl da kokuyor öyleeee! Tevbe tevbe! Çikolatalı vanilyalı bişiler bişiler. Masaj kremiymiş ama bayıltmak için de kullanılabilir kendisi. Birileri kek sanıp yiyebilir. Sonra sonra... Bi de bunun kokusuz simlileri var. Bir sonrakine kısmetse inşallah...






Pazar günü hava çamurdu. Bugünkü gibi. Özge ile Anadolu Kavağı gezisi yarılandı. Beykozda duruldu. Yeni yavrulamış kediler izlendi. 

Bebek şenliği geliversin. koşuverelim, coşuverelim. Bakalım tanıdık kimi kimi göreceğim ben orada...

3 Haziran 2010 Perşembe

le petit nicholas




Ben küçükken, babam bana içinde 40 kitap bulunan bir set almıştı-can yayınları-. Hem de yüzen kütüphaneden. Geminin içine girmenin ve oradan bir dolu kitap almanın keyfinden uçmuştum. Bir gün setin içinden bir kitap seçtim ve o kadar çok sevdim ki, sonra o kitabın tüm serilerini okudum. Bu  "Pıtırcık satranç oynuyor" idi. Kitabın içindeki çizimler o kadar iyiydi ki, her şey gözümde canlanıyordu.



Nasıl Pıtırcık'ın adı bir ilginçse tüm diğer arkadaşlarınınki de öyleydi : Gümüş, Toraman, Lüplüp, Dalgacı... Serüvenleri yutarcasına okuyordum.





İşte geçenlerde sinemaya uyarlanan Pıtırcık'ı izledim, elim yüreğimde, ya çocukluk hayalimi bozarsa diye. Ama hiç korktuğum gibi çıkmadı, aksine çok keyifli bir yapım. Bir kere bence hepsinin adı "pıtırcık" olabilecek şirin mi şirin çocuklar seçilmiş. Pıtırcık tam kitaptaki gibi. Sanki biri bu karaktere dokunup can vermiş. Ama ben asıl Dalgacı'ya bittim. Hiç ders çalışmayıp, olan bitenle alakasız Dalgacı'nın, okula doktorlar öğrencileri genel kontrole geldiklerindeki hali ve kağıt üzerindeki mürekkep lekelerine verdiği cevaplar beni gülmekten yerlere yatırdı. Neşelenmek için güzel bir film..


çok faydalı

2 güzel ürün.

1. Body Shop tan çoook güzel meyve kokulu, ışıl ışıl, çok değil az bronz yapan güzel bişi bu. Gece çıkmadan boyun,kol, bacak neren gelirse sür..Body & Leg Shine.


2. Bu da sally hansen dan .. French manikür kalemi. Bence resmi iyi olanlar alsa iyi olur. Mucizeler yaratmıyor belki ama, ojeden çoook daha kolay olduğu kesin... French Manicure Pen.


not.body shopta bronzlaştırıcı ürünlerde %30 indirim!

gülpeeeem

Tanıdığım en küçük annesin sennnnnnnnnnnnnnn...
Tanıdığım en küçük eller Duru-nunnnnnnnnnnnnn...