28 Mayıs 2008 Çarşamba

cennette olma hissi...bozcaada....




Geçen haftasonu en nihayetinde bir fırsat yaratıp 2 günlük bir kaçamak yarattım kendime ve Bozcaada'ya gittim. Konuya nereden başlayacağımı şu an şaşırıyorum çünkü daha önce bir kış tatilinde gitmiş olmama rağmen, bu kez Bozcaada bana
keyifli olmanın ötesinde bir his verdi.



Kısaca bahsetmek gerekirse, tarih boyunca M.Ö. 2000li yıllardan başlayarak Akalar, Fenikeliler, Atinalılar ve Yunanlılar hakim olmuş bu güzel adaya. Son olarak Lozan anlaşması ile ülkemiz topraklarında kalmış. Yunan mitolojisinde
" Tenedos" adıyla bilinen Bozcaada'nın birçok yerinde bu isme rastlamak mümkün (özellikle muhteşem şaraplarının üstünde).




Adaya Çanakkale'den geçerken pıtırcanla Geyikli dolmuşlarında sıkışıp tıkışarak geldik. Sonrasında 20 dakikalık bir feribot yolculuğu ile adaya vardık. Daha vapur kıyıya yaklaşırken görüntüler içimi kıpır kıpır etti. Gelmeden kalacağımız yere, hem netten araştırarak hem de daha önce gitmiş bir ton arkadaşımıza sorarak karar vermiştik: Kaikias. Bozcaada kalesinin hemen arkasına düşen otelimizden içeri girince telefonda konuştuğumuz Handan Hanım karşılıyor bizi. Öyle bir sıcak davranıyorki , otele değil de yakın bir arkadaşınızın evine gelmişsiniz hissi veriyor. Odaya çıkan holden geçerken duvarlarda asılı mektuplar görüyoruz. Bu tarihi mektupların çoğu Yunanca , diğerleri Osmanlıca. Aşk mektupları olduğunu düşündürten çiçek desenleri var kağıtların üstünde. Pıtırın dediği gibi, burası bir otelden çok müzeyi andırıyor. Biz de fırsatı değerlendirip küçük çocuk merakıyla inceliyoruz heryeri.






Odaya eşyaları bıraktıktan sonra vakit kaybetmek istemiyoruz, zaten karnımız da zil çalıyor. Tam meydana kurulu, koca ağaçlar gölgesindeki çay bahçesinde kahvaltımızı yapıyoruz ve (sonrasında bahsederken "ne iyi etmişiz" diye dönüp dönüp söyleyeceğimiz) adayı dolaşmak için motorsiklet kiralamaya karar veriyoruz. Kaskları takmamak gibi bir hataya düşmememizi birkaç defa tekrarlayan titiz satıcı amcadan motorsikletimizi alıp ada turuna başlıyoruz. Ben bir önceki gelişimde adanın çevresini dolaşmadığım için , adayı o küçük meydandan ibaret sanmışım ve fakat cenneti arkamda bırakmışım. Merkezden uzaklaşmaya ve Ayazma yoluna yönelmeye başlayınca öncelikli olarak üzüm bağları sarmalıyor sağlı sollu bizi. Bir süre sonra adanın küçük turkuaz renkli suyu beyaz renkli kumu olan Hawaii görüntülerini aratmayacak koyları başlıyor sırayla kendini göstermeye. Bu koyları gezerken kamerayla çekim yaptık, sonrasında izlerken sadece mutluluktan şaşırma nidaları duyoruz arka planda:) Her aştığımız tepeden önce denizin derinlikleri gözüküyor sonra o nefes kesen discovery görüntüleri:)





Adanın çevresini turladıktan sonra yeniden merkeze iniyoruz ve Kaktüs isimli büyülü mekana geliyoruz. Kaktüs'te hummalı bir çalışma var. İçeridekiler size servis yaparken diğer yandan dekor için malzemeler hazırlanıyor. Sanki devamlı mekanı güzelleştirme çabasındalar. Girişinde üstünde kırmızı kurdelalar asılı beyaza boyanmış bir ağaç var. Favorim kırmızı-beyaz-mor ile süslenmiş her taraf, üstelik bir de kadife tüm koltuklar...Mekanın dışında ise salaş masalar var onlar klasik yunan mavisi. Çok şirin bir Rum bayan servis yapıyor bize. Hem çok yorgunuz hem de sihirli baloncuklar uçuyor çevremizde. Dönüp dönüp pıtıra fazla mutluluktan anın tadını çıkaramadığımı tekrarlıyorum. Kaktüsten çıkarken yine geleceğiz diye söz verip ayrılıyoruz. Akşama gücümüz kalmıyor birşey yapmaya ve otele dönüyoruz.






Ertesi gün kahvaltı için soluğu yeniden Kaktüste alıyoruz! Bir dahaki gelişimize kadar bekleyemeyeceğimizi düşünerek :) Yiyeceklere doyunca ada merkezini turlamaya başlıyoruz. Oturduğumuz bir kafede gelincik şerbeti deniyoruz. Görüntüde pek bişey ifade etmeyen bu içecek yanında su ile sunuluyor, şekerli geldiği oranda inceltebilmeniz için.... Bu leziz şerbeti buzla içince o sıcakta, tam bir "kızgın sulardan serin sulara" hissi alıyoruz:)) Gitmeden mutlaka almamız gerek bundan diye düşünüyoruz ve fakat ada şaraplarını görünce aklımızdan çıkıyorr.... Acaba İstanbulda var mıdır bundan diye düşündüğümüz sırada öğrendikki şerbet sadece mayıs ayında toplanan gelinciklerden yapılıyormuş ve biz o zamana denk gelmişiz:))))








Şerbet serinliği sonrası otelde eşyalarımızı topladık ve otele ait olan çardağa serildik. En az otelin kendisi kadar güzel olan bu yerde, ikram üstüne ikram yaptı bize Handan hanım ve rum dostları... Bir yandan klasik bulmaca yarışına girmişken pıtırla, öteki yandan onların arkadan keyifli muhabbetleri çarpıyordu kulağımıza...Arada yakaladım tabi bikaç yunanca kelime(hepsi tanıdık danstan dolayı); " "ena(bir), "dio(iki)" ,"tria(üç)", "ela ela(hadi hadi)"... Gelelim bize sundukları tadlara... Öncelikli olarak adanın sulu kısırından yedik, bu dolma içinin sulu hali gibi düşünülebilir. Ama tad muhteşem... Hemen diyorum pıtıra en kısa zamanda kısır yapıyoruz diye:) Yanında yine buzzz gibi limonata içiyoruz ve...




Hemen arkasından yine adaya özgü bir ikramla geliyor şirin kadınlarrr...



Kaya midyesi soslu makarna....Değişik bir tadı ve her zamanki gibi bana denizi anımsatan kokusu var...Hemen Ege gelir aklıma...İzmir sonra... Bir yandan fonda "Memleket Kokulu Yarim" çalıyor, "Deniz bile acı çeker ah agapimu..."...










Biliyorum çok sıkıcı oluyor uzun yazılar ama ne yapsam kısaltamıyorum daha anlatmak yaz yaz bitiremediklerim var....Bozcada kalesinin fotoğrafını da buraya ekleyerek "ne adaymış arkadaş" laflarının önünü kapatmış oluyorum sanırsam.. Dönerken adanın meşhur üzüm ,incir ve domates reçelinden ve elbetteki şaraplarından alıyoruz. En iyilerinden olan Corvus Şarapevi kapalı olunca biz de Talay'dan alıyoruz.(O da iyi yanlız Corvus'un şaraplarından tatma fırsatı bulduk, kesinlikle en iyisi!!)..........Mutlaka gezilip görülmesi, hatta yaşanası bir yer Bozcaada.. Sinirlere iyi gelir, hamur eder, mayıştırır.. Yan etkisi ise işe döndüğüzde kısa süreli afallama yaşatır:))))

20 Mayıs 2008 Salı

toplu taşımada hacıyatmaz sendromu...

Konuya çok sevgili arkadaşım Meltem'in bir çocukluk anısı ile başlayacağım. Meltem ve Betül iki güzel kardeşlerdir ve henüz bıcırık yaştalardır. Bir gün ellerine bir oyuncak geçer. İkisi birbirlerinin ellerinden oyuncağı çeke çeke kavga ederler. Sonrasında karşılıklı bağdaş kurmuş otururken, oyuncağı önce biri ittirir sonra öteki. Bakarlarki ne kadar itirirlerse ittirsinler, oyuncak yatmamaktadır. Bu nasıl oyuncaktır ve neden yatmamaktadır? İki bücürük bir türlü çözemez ve ittirmeye devam ederler ama onlar küçükler diye sabırlarının sonu yok demek değildir bu.. En sonunda önce birisi "yat hadi yat" diye bağırır sonra öteki alıp oyuncağı yere fırlatır. Ordan oraya savrulan ama bir türlü yatmayan hacıyatmaz parçalara ayrılınca en sonunda yatmaya ikna olur. Bizim veletler de rahatlarlar ve başka uğraşlar aramaya başlarlar..



Bu olayı anlatınca Meltem, gözümün önünde canlandı yere vurdukları oyuncak ve çok gülmüştüm. Amma velakin hacıyatmaz ile ilgili anlatacağım asıl durum bu değil, aksine gıcık olup, yazmasam çatlayacağım dediğim birşey.



Şimdi...Sabah işe otobüsle geldiğim malumunuz..O vakitlerde insanların çoğu mahmur oluyor. Sanki daha yeni kalkmışız yataktan öylesine uyku dolu gözler her sabah.. Uyuklayanlar oluyor otobüste ve hatta horlayanlar.. Yani kısa bir şekerlemeden tutun da kış uykusuna yatmış olanlara rastlamak pek mümkün.. Toplu taşımada belki sinire dokunmaması gereken ama benim sinirlerimi zorlayan şeylerden biri, milletin otururken ya da ayaktayken eliyle gözüyle kaşı torbası çantası ve her neresiyse artık, bana dokunması. Bir sabah yolda kadının tekini boğazlamak istedim bu yüzden. Çantası, şoför her fren yaptıkça koluma çarpıyor. Yahu zaten uykumu alamamışım ve evet ben de yatmışım işte kış uykusuna görsene ablacığım ya...(dolmuşçu lügatında "ablacığım" aslında bir küfür:)) Neyse, ben katil olmadan abla indi totobüsten:)



Geleyim artık hacıyatmazımıza değil mi.. Geçenlerde bir amca oturdu yanıma ama adam belli ayakta uyuyor. Gözlerin açık olmasına aldanmamak gerek böyle durumlarda:) Amca oturur oturmaz kafayı önce arkaya yasladı, bir süre sonra trafik akışı kontrol eder gibi kafa önce sola sonra sağa sonra yeniden sola sallanınca bu duruştan vazgeçti amcamız ve dik oturma kararı aldı. Ve başladı benim hacıyatmaz görüntüleri...Aklıma geldikçe kahkahayı basıyorum...Amca sola doğru yatıyor yatıyor yatıyorrrr bi anda tam yatacakken ani bi hareketle dimdik oturuyor. Azıcık gidiyor totobüs amca başlıyor sağa doğru meyletmeye.. Ama işte tam bu noktada bir problem var, o da sağ koltukta oturan ben! Amca dokunacak diye pencereye yapışıp kalıyorum. Tam bana değecekken pıt dimdik amca yine.. Baktım bu kabus yarım saat sürecek böyle, nazik bir dille uyardım amcayı. Ama daha komik bişey oldu, adam ayaklandı ben de anlamadım napıyor diye baktım. Meğer ineceğim zannetmiş, yok dedim gel otur sen şöyle otur otur amaaaa uyumaaa... "Totobüste Tertipli Uyuma Kampanyası"nda hepinizi görmek isteriz:)

1 Mayıs 2008 Perşembe

bir ömür öğrenemeyeceklerim...

trigonometri: günlerden cumartesi. vakit öğle üzeri. dershaneden çıkmış eve gelmiş, ağzıma 2 lokma bişeyler atıp, matematik özel dersi için salonda yerimi almış ve hatta hocanın sorduğu soruya melul mahzun bakmaktayım. diyorumki içimden "sen yapardın bu soruyu, kesin bi pislik var bu işte"..ve elbette kısa bir süre sonra sin 45 , cos 60 ları görünce bende tüyler dikenleşmeye başlıyor...olmuyor...öss ye girmeden önce çok dua ettim geometri soruları trigonometrili olmasın diye..ama demekki pek tutmadı dilekler:)


uyak: ve işte bir konu daha..aman Allahım..burada itiraf ediyorum bütün edebiyat sınavlarında Çağrı-çok sevgili karrdeşşiimm- yaptı uyak sorularını..yarım,tam kafiyeler, cinaslı uyaklar-cins de denebilir- hiçbir zaman cezbedemedi beni... "gezdim" ile "bezdim" kelimelerindeki ortak harfler hiç bir mekan ve zamanda beni ilgilendirmeyecek bu böyle biline:)

hem ilaçtın hem yaraydın
her yer karanlık yar aydın
yaraydın gönül yaraydın
karşıda oturur özhan canaydın (bu da benden:))


yaş hesabı: bu konuda çok yorum yapamayacağım..beceremiyorum...mesela nisan 1985 doğumlu biriyle eylül 1985 doğumlu öteki ne olmuş da birbirlerine yaş konusunda fark atmışlar, ya da 1978 kasım doğumlu kişi hangi takvime göre "zaten yıl sonunda doğdum ben şu yaşta sayılırım sana da şu kadar depar atarım" der bilemem..bilemem arkadaşım bilemem...


coğrafya: her ne kadar başlık olarak öğrenemeyeceklerim yazsamda, bunun için en azından çaba sarfedeceğim bunu biliyorum..yolumu nerde olsam bulurum, ama yolları, apartman isimlerini hatırlayamıyorum, özellikle de ülkelerin yerlerini.. mesela "tem","e5" gibi yol için geçerli olan arama motoru kelimeleri bana hiçbir şey ifade etmezken, yunanistan hangi ülkenin yanındadır, azerbaycanın komşusu olmayan ülkeler, ada olan yarımada olan ülkeler ve bilemediğim diğer coğrafi problematikler beni geriyor çok fena. Sırf bu olayı yenmek elime harita alıp gezmek için interraile katılmayı düşündüm... peki...bu konuya noktayı şu türküyle koymak istiyorum: "yoolllarrr biter miiiii, yollarrrr biterrrr miii"(bilmiyorsanız dinleyip asabiyet yapmaya gerek yok canlar:)

konuyla ilgili: http://www.sabah.com.tr/2008/06/08/pz/birsel.html