29 Mart 2013 Cuma

Back to life

Ben bu Akdeniz şehrine gelmeye bir bahar günü karar verdim. O zamanki erkek arkadaşımla 4 günlüğüne tatile gelecektim, o ‘gelemiyorum’ deyince ben de kendim atladım geldim. Her saniyesi dolu dolu geçti o kısacık Barselona gezimin ve dönüşte uçağımın kalkmasını beklerken bir karar verdim. Ne yapıp edip yeniden gelecektim.
Dedilerki, ‘gül gibi işin var, evini kurdun, düzenli gittiğin kurslar var’..’Ailen burada, arkadaşların burada’ dediler. ‘Yaşın kaç oldu burada master yap’ dediler. Kafam karışmadı mı, karıştı hem de deliler gibi. Ben sanırdımki o zaman gözü karayım. Bilmiyordum daha her gün daha da çok karartabileceğimi.

Ben bu Akdeniz şehrine, ‘bir arkadaşa bakıp çıkacaktım’ bahanesiyle geldim evet de, bırakamadım kalıverdim işte. Geçen yıl mart ayıydı en son bloga geldiğim. Valencia’daki Las Fallas festivalinden yeni dönmüştüm. Sonrasında vizelerim başladı, sonra teyzem yanıma geldi, hemen arkasından Avusturya-Viyana, Bilbao, Holanda-Amsterdam, Belçika-Brüksel ve Bruges, Fransa-Toulouse, Çek Cumhurıyeti-Prag gezilerine başladık arkadaşlarla. Bir dolu anı, fotoğraf.. Sonra Türkiye’den arkadaşlarım geldiler yanıma.. Bütün bir yaz tez yazmakla geçti diyebilirim. Bir yandan da iş arıyordum, geri dönmek fikri üstüme yürüdükçe ben daha da çok hırslandım. Tez savunması eylüldeydi. Sonrasında zorunlu stajımı yapmak için bir şirket buldum ve 3 aylık stajyerlik sonrasında işe alındığımı öğrenmek yılın en güzel hediyesiydi bana.
Artık yavaştan işlerimi yoluna koyuyorum. Hayatımın rutinini oturtmaya da çok uzak değilim. O yüzden ‘artık vaktidir’ dedim ve kesin dönüşle burdayım. Yazamadığım gezileri vakit buldukça hazırlayacağım, ama önce notlarını karıştırmam fotoğraflara bakıp hatırlamam gerek..O yüzden yakında yaptığım bir seyahatle kaldığım yerden devam edeyim diyorum.
Bak şimdi ne diyeceğim.. Bu hep niye böyle oluyor bilmiyorum ama yakın zamanda ayrıldığım erkek arkadaşım sözde buraya gelecekti ve biz onunla Malaga’ya gidecektik. Ben önceden bilet alma işine alışalı yıllar oldu. 4 ay öncesinden bilet alabiliyorum ve zamanı gelince keyfini çıkarmak bana düşen. Ama her zaman evdeki hesap çarşıya uymuyor. Bilet aldıktan bilmem ne kadar zaman sonra ayrılınca, ben de planımı bozmadım. 3 günlük Malaga gezim için aynı heyecanımı korudum.

Cuma günü çalışmayacağımdan Perşembe günü işten epey geç çıkmak zorunda kaldım ve eve geldiğimde bitik haldeydim. Üstelik evde de yapılacak işler vardı. Benim için minik bir valiz hazırlamak da çok kısa süren bir eylem değil. En aza indirgememe rağmen anladımki maksimum 2 saatlik uykuyla havalimanına gideceğim. Bu arada İspanya haritasını açarsanız göreceksinizki Malaga İspanyanın en güneyinde. Bizim Antalya gibi. Tam her şey hazır derken bir baktımki para çekmeyi unutmuşum. Tamam dedim sorun yok, nasılsa otobüsle gideceğim alana, ordan çekerim atmlerden. 2 saat sonra gözlerimin tamamını açamadan yola koyuldum. Havalimanında Ryanair’in damgasını aldıktan sonra hemen atmlere yöneldim. Ama bir sorun çıktı ve ‘geçiçi olarak hizmet veremiyoruz’ dedi denediğim tüm atmler! Tamam, dedim, sakin olayım. Malaga da kocaman şehir, oradada limandan çekerim parayı. Yine de içime bir ince korku düşmedi değil. Neyse Malaga’ya indi benim uçak, hatırlamıyorum ne zaman kalktık da ne zaman indik, öyle bir uykusuz ve yorgunum. Tabi aklım atmde. Gittim 5 atm denedim, yok para vermiyor, geçici bir sorun var diyor da başka bir şey demiyor. Bankamın adı Santander. Aradım, yarım saatlik bir konuşma sonrası ‘biz size döneceğiz’ dediler ama artık İspanyolları az çok tanıdığım için, benim tatilimi havalimanında geçirmeme yola açacak yavaşlık kapasiteleri olduğunu biliyorum. O yüzden alternatifler aramaya başladım. Önce havalimanında bir ‘ rastlar mıyım diyerek turladım biraz. Sonra aklıma İş Bankası kredi kartımı kullanmak geldi. Öyle ya para çekebilirdim kredi kartımdan. Ama gel görki kart tam her şeye ok demişken son adımda o da aynı hatayı verdi. Artık karar verdim gidip bir taksiyle konuşacağım, beni merkezdeki bankaya götürecek, kimlikle para çekicem ve öyle hallolucak bu iş. Tam çıkmadan son bir şey denemek istedim. Yanımda İş Bankası debit kartım vardı. Yani Türkiyede’yken kullandığım maaş kartım. İçinde 1 TL bile yok (YTL mi yahu?). Ama maaş müşterisiyim diye (mi artık) bize ekstra çok düşük faizli bir 300 TL ek hesap vermişlerdi. Gözlerimde ışık yandı ama hala emin değildim tabi. Kartı takmamın 10. saniyesi elimde 50 Euro’mla havada uçan bendim .
Parayı kapar kapmaz ilk merkez otobüsüyle otelime geldim. Eşyalarımı koyup kendimi yatağa attım. Rahatlıkla diyebilirimki o sıralar yine Aykut Oğut kitapları okumamın yararını gördüm yoksa gerçekten o tatil havalimanında da geçebilirdi..







Malaga’ya gelmeden çok araştırma yapmadım açıkçası. Gezen arkadaşlar ‘çok küçük bir şehir’ dediler. Ben gözümle görmeden inanmam. Ama haksız değillermiş. Malaga’nın ünlü bir merkezi caddesi var alışveriş yapılan restoran kafe, mağaza ne ararsan orda.

İspanya’da bir iki gezdikten sonra anlıyorsunki her şehrin görülmesi gereken mutlaka minimum bir meydanı (genelde adı plaza españa), bir yarı açık marketi, bir boğa arenası ve katedrali var. Malaga’da da kural bozulmadı. Katedralin içine girmedim çünkü bir süre sonra hepsi aynı geliyor insana. Bir de buhur kokusu beni gerçekten çok rahatsız ediyor. İlginçtir Malaga’da bazı sokaklar da inanılmaz derecede yoğun buhur kokuyordu, neyse ki ben şehri, bununla değil, kanı sımsıcak insanlarıyla hatırlayacağım. Sanki burada yaşıyormuşçasına bir dolu insanla tanıştım, sohbet ettim hatta minik bir iş ortaklığı teklifi bile aldım. Barselona’da böyle işler güneye kıyasla daha zor. Katalanların ‘biz İspanyol değiliz’ diye bağırmalarını sanki biraz daha iyi anlıyor gibiyim şimdi.


Tabi Malaga deyince insanların aklına kim geliyor? Picasso. Ne diye yalan söyleyeyim şimdi, ben Picasso’yu günahım kadar sevmem. Yahu gerçekten bence resimleri çok anlamsız. Zekasına bir şey diyemem ama kibri üstünü örtüyor bana kalırsa. Bunu dediğim Malaga’lı genç bir esnaf bana ‘bir Malaga’lıya söylenmezki ama bu’ diyor. Üzerine ‘Dali aşığıyım ben’ deyince, ‘ Katalan diye değil mi?’ diye yarı ciddi yarı şaka alınıyor. ‘Hayır ondan değil, ben sürrealizm sever..’ Cümlemi tamamlamama izin vermiyor ‘ tabi tabi ondandır’ diyor, gülüşüyoruz. Malaga, Picasso’nun doğduğu şehir. Ben gezilerimde genelde iyi müzeleri kaçırmamaya çalışırım ama Malaga’daki Picasso müzesine kapısından uğrayıp bir ‘merhaba’ deyip çıktım. Girmedim içine. ( Bana bak yanlız, Picasso’ya mok atıyorum kibirde ama katedrale girme, yok efendim müzeye girme sonra da ben Malaga’ya gittim) Barselona’daki Picasso müzesini önce kendim gezmiştim ilk geldiğimde, sonra beni ziyarete gelen çekirdek ailem ve büyük ailem, yakın arkadaşlarım ve uzak arkadaşlarımla yaklaşık 5 kere dolaştığımdan da pekişmiş olabilir bu etki.






































Aynı esnaftan şehrin güzel kafe ve restoranlarının adını alıyorum. De Sal adlı kafede güzel kahvaltılar yapıyorum, Cafe Central’de yemeklerimi yiyorum.
Şehrin merkezinden başlayıp boylu boyunca çevresini dolaşıyorum ara sokaklarına girip çıkıyorum. Palmiyelerin altında dinlenirken hava kararıyor ve ben 3 günün Malaga için fazla olduğunu anlayıp ertesi gün Granada’ya gitmeye karar veriyorum.



Şimdilik burada nokta koyuyorum. Granada’yı ve Malaga’nın son gününü bir sonraki postta anlatayım çünkü Paskalya dolasıyla 4 günlük bir tatilimiz var bizim. Yarın 2 günlüğüne Zaragoza’ya gidiyorum. Artık şeytanın bacağını kırdım, bloga geri dönüş yaptım, önüm alınamaz, her şeyi anlatacağım.

Gitmeden son bir şey. Benim bu Akdeniz şehrine bir bahar günü gelmemin üzerinden tam 4 bahar geçmiş. İyi ki gelmişim, geri dönelim, yine gelirim yine gelirim...

İyi haftasonları!