18 Ağustos 2008 Pazartesi

şirin şeyler...



Kardeşim solak... Pek ayrıcaklı olduğunu düşünmüyor kendisi.. Zamanla yazı yazmak dışında her işini sağ elle halletmeyi öğrendi yavrucak..







Bir zaman önce ona doğum gününde farklı birşeyler almak için yanıp tutuşurken, bir siteye rast geldim. http://www.solelim.com/ Sitede solaklar için hayatı kolaylaştıracak türlü ürün var. Cezvesinden tutunda makasına kadar... Ama beni cezbeden başka bir ürün oldu, hoplaya sıçraya havale yapıp Ata'ya şunu gönderdim... Saolsun site sahipleri de çok ilgiler.. Kargo elinize ulaşana kadar irtibatı kesmiyorlar sizle... Üstelik bir de jest yapıp, üzerinde "sol elim" figürü olan mousepad göndermişlerdi.

Müşteri memnuniyeti bu olsa gerek....




Bu arada solak olmamama(mamamamama bu ne yahu böyle ek dizgisi-nasolak diyeyim bari) rağmen bir saat beğendim kendime ve fakat stokta yokmuş... Kısmet..

17 Ağustos 2008 Pazar

herşey bir milyoorrr!!!























Uzun zamandır izlediğim en iyi film. Kabul. Uzun zamandır film izleyemiyorum. O zaman şöyle diyelim, en son kış içinde izlediğim "Into the wild" filmini çok beğenmiştim, ama bu tahta oturdu: 99 francs! Öyle ki post'a koyacağım fotoğrafları belirleyemedim galiba hepsini koyacağım.




























Filmden bir kısa bir uzun bahsedeyim. Octave efendi reklam metni yazmaktadır ve satılmayacak ürünü bile nasıl pazarlayacağını çok iyi bilmektedir. Kendi deyişiyle yarın ne isteyeceğimize bugün o karar vermekte! Elbette bu yaratıcılığı sağlamak için dopingler alıyor, ve fakat bu arada Sofie adlı bir dünya güzeline vuruluyor ve kız bir süre sonra hamile kalıyor. Aynı dönemde light bir yoğurt için reklam metni yazması gerekli. Bu noktadan sonra Octave'ın Sofie ile olan karmaşası ve reklam dünyasına olan hıncının devamını izliyoruz ekranda. Film henüz vizyonda değil. Ağustos 28de girecek diye biliyorum. Ben evde seyrettim aman siz sinemalara vurun kendinizi. Serin serin izleyin. Şahsen ben gazı aldım , film bitince ne üretsem diye aranmaya başladım. Okumak için de harika bie film hem çekimler açısından hem kullanılan imgeler açısından, neden bu tercih edilmiş yönünde sorabileceğiniz 1000 soru var. Zevk alacağınızı sanıyorum. Ve filmden kareler...



,






















9 Ağustos 2008 Cumartesi

şiir-baz

Bu aralar işler çok yoğun. Çok sıkılıyorum. Geçen fabrikaya telefon açtığımda Mr. Baygıdık'ın falım sakızı için şiir yazdığını öğrendim. Bunun üzerine Mıstafa'ya söyle sevdiceğini patlatayım ben de bir şiir dedim, Mıstafa pıflayınca ben de Leyla yaptım sevgilisini ve başladım döktürmeye. Şimdi bu Leyla'nın gözü biraz parada pulda...O yüzden....

1-

Çalıntı Şiir

Aşk kalbimi yakan bir volkan gibidir

En sevdiğim tatlı kazandibidir

Leyla gel beni sokma müşküle

Seninle kaşık atalım iki tabak keşküle


2-

En güzel şiirler-1 Eki eki :))


Dara düşürdün beni ey güzel

Duydum adın Leylaymış, yüzün gibi güzel

Bu nasıl sevda, açtın kalbimde bunca yara

Etme eyleme gel yazsın düğün arabamızda “Mıstafa&Leyla”


3-

Leyla'ya sitem


Anladım senden bi cacık olmaz Leyla

Haberin olsun kendime buldum bir Ayla

Yüzü güzel sözü güzel bir hatun kişidir

Senin gibi mal-mülk düşkünü değildir



Burada Leyla ve Mıstafa ayrıldılar... Gelelim Ayla'ya..Onun da gözü başka erkeklerde..


4-

Kendine gel Ayla


Ayla sen kendini ne sanırsın

Arkamı döndüğümde beni mi kandırırsın

Ay yüzlü dedik bağrımıza bastık

Ama sen şıp sevdilik yaparsın, gözlerinde rastık

Oydurma onları doldurum içini, yaparım yastık



Mıstafa bu akşam ayrılır Ayla'dan pazartesi işbaşı yaptığımda ben ona iyi bir kız bulucam inşallah..

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Fırtına / Fourtuna / φουρτούνα


Στο ‘πα και στο
ξανα λέω
στο γιαλό μην κατεβείς
κι ο γιαλός κάνει φουρτούνακαι
σε πάρει και διαβείς

5 Ağustos 2008 Salı

aman da aman...bakımını da yaparmış...



Bayanların bakım olayı hep ilgimi çekmesine rağmen, bir türlü bu olayı düzenli bir pratiğe geçirememişimdir. Zaten bir marka da oturtabilmişliğim yok. İnsan bir krem belirler ve ona devam eder değil mi?! Bir dönem Clinique ürünlerine sarmıştım. Kısa sürdü tabi etkisi bende. Hatta hala duran var, all about eyes... Şimdi nemlendiricim sağdaki element...







Ama bahsetmek istediğim marka Body Shop. Farkettim ki neredeyse bütün ürünlerinden 1 kez alıp denemişim. Öncelikle çok doğal, ve kokuları çok hafif. Hayvanlar üzerinde kesinlikle test edilmiyor.








Geçtiğimiz kış bir ara "saçım çok dökülüyor, kel kalacağım" paniği yaşayarak Body Shop' a gittim. Brezilya fındığı özlü saç maskesi aldım saçım için. Ürün değişik bir kokuya sahip. Yani fındık değil de fındık yağı denebilir daha çok, biraz dertli , muhteşem kokuyor desem ciddi bir yalan olur bu. Saçımdaki etkisi yoğun bir nemlendirme oldu ve yumuşatma. Bu yumuşatma olayı ne kadar faydalı bilemiyorum, mesela kremin üstünde 15 dakika ile 1 gece arasında saçınızda bekletin diyor. Ben 1-2 saat bekletip yıkıyorum saçlar hamur gibi oluyor, fazlasıyla yumuşak. E ben bunu sabaha kadar bekletirsem deli gibi yumuşayıp saç tellerim toplu intihara gitmez mi? Bilemiyorum.. Sonuç olarak ben bunu 1kaç defa yapınca saçlarım iyileşiyor.








Bir diğer faydalı ürün ise kenevirli el kremi. Gece yatmadan cimrilik yapmadan sürüp, ellere nemlendirici eldiveninizi takıyorsunuz ve sabah kalkınca sonuç inanılmaz..z.z.....Ben hayatımda eli bu kadar yumuşak yapan, bebek ellerine çeviren birşey görmedim. Yanlız bu krem koku konusunda sınıfta kalmaz, okuldan atılır ,ben diyeyim. Yalan yok şimdi. Karar vermek gerek ya eller bir ömür koklamak istenmeyecek kadar kötü kokacak, ya da sevgili eli tutulduğunda iltifatlar yağacak. Seçim sizin.




















Derseniz güzel kokulu bir krem de yok mu, hepsi faydalı ama tütücez bunlarla, işte bu kokusuyla insanı delirten mangolu kreminiz. Elbette bu zevke göre değişir, hindistancevizi, çilek ya da kakao kokulu kremlerde var ama bu benim favorimmm!

3 Ağustos 2008 Pazar

La Cucina Italiana! Mamma Mia!






Sevgili Yüksel Abi'nin eşi Derya Abla bana, aldığı yeni çıkmış bir dergiyi uzattı. İtalyan yemek dergisi. Elime alıp iki sayfa çevirince hemen kanım hızlandı. Envai tadları ve değişik lezzetleri görünce ağzım sulandı. Akdeniz yemekleri, lezzeti ve hafifliği gibisi yok... Izgaraları, salataları, sosları, yeşillikleri...Hepsi ayrı tat, hepsi ayrı koku...Şapır şapır:).. Elimdeki ikinci sayısı, fotoğraftaki yurtdışı baskısı.. Derginin Türkçe basımı var artık.










1 tarifi buraya yazarak derginin reklamını yapmış olacağım kanısı+ taşlanmama umudu ile..

KREP

Krep için

*150 gr un
*Zeytinyağı
*1 çorba kaşığı fındık yağı (zor değil bulunur)
*Tuz

İç Dolgu İçin

*250 gr tavuk eti
*250 gr kuzu eti (kesinlikle dana tercihim)
*250 gr Çin lahanası ( ben Türk olanından kullanacağım)
*150 gr karides ( bu benim listemden çıkarıldı)
*125 gr konserve bambu filizi (artık her yerde satılıyor)
*100 gr taze soğan (1 ince tanıdık mı ne?)
*Sarımsak (olmazsa olmaz)
*Kıvırcık Salata
*Taze acı arnavut biberi (ne ola ki?)

Sos İçin

*Soya sosu
*Esmer tozşeker (beyazı henüz ölmedi)
*Nişasta
*Tozşeker
*Su

(Dergiden okurken bu kadar meşakkatli değildi!)

Yapılışı

Unu 290 ml su,tuz, 1 çorba kaşığı zeytinyağı ve fındık yağı ile karıştırın. 15 dk dinlendirip, krepleri pişirin. İnce doğranmış sarımsak ve taze soğanı, zeytinyağıyla soteleyin. Kuşbaşı tavuketi, küp doğranmış kuzu eti, Çin lahanası, bambu filizi ve karidesleri ekleyip pişirin. Arnavutbiberini ialve edin. Krep, kıvırcık ve harcı üst üste koyup sarın. 1 çorba kaşığı nişasta , 55 ml su, 80 ml soya sosu ve 20 gr tozşekeri karıştırarak ( ölçü kabı ve tartınız olduğunu umut ve farz ediyorum) hazırladığınız sos ile krepleri servis yapın. Klasik bir bitiriş.. Afiyet olsun...

'Eşşşşek Gel Buraya'




Geçen haftasonu İzmir'e ailemi görmeye gittim. Pazar günü en güzelinden bir gün çalıp, Çeşme'ye attık kendimizi. Günübirlik turların bu kadar zevkli olduğunu unutmuşum!



Karşıyaka'dan servisle Çeşme'ye ortalama 1 saatte vardık. Meydanda inince 15-20 dakika vaktimiz olduğu söylendi, biz de Atayla postacı yürüyüşüyle çarşıyı turlamaya karar verdik:)














Çeşme'nin ünlü sakızlı dondurması daha servis arabasından inmeden gözüme ilişti, kaçar mııı:) Damla sakızı sevenler için bulunmayacak nimet! Aroma konusunda çok cömert davrandıklarını içtenlikle söylemeliyim:)












Tekneye biner binmez hemen yukarıya çıkıp minderlere ve armut koltuklara serildik. Daha ilk molalarda gözüm açıldı denizin rengini görünce. Havuzdan hiçbir farkı yok, dersiniz klorlanmış! Sudan çıkmak istemedim hiiç! Hatta Atayla abartıp teknenin yukarısından atladık birkaç kez ve ben yaşlandığımı 1 kez daha anladım üzülerek. Önceden teknenin üstüne çıkıp 5 kez ardarda atlayan ve 1 sn tereddüt etmeyen ben toplamda 2 kez atladım ve her seferinde ölme korkusu yaşadım:)) Deli-kanlı değilim artık duruyor kanım damarlarımda, sessiz akıyor, coşkunsuz da mı acabaa? Acaba?!











Çok sayıda koyda durduktan sonra, Eşek Adası'nda karaya vurduk. Burada insandan çok eşek var. Sizi tekneden çıkarken karşılıyorlar. "Bu kadar eşek buraya nerden gelmiş, 2 karşı cins bunca sülaleye mi ulaşmış?!" diye düşünürken teyzemden hızlı bir cevap geldi; Vakti zamanında devlet hizmetinde kullanılan eşekler yaşlanınca getirilip buraya bırakılırmış. Zamanla burada çoğalmışlar. Ve hiç bir imkandan da kaçınılmamış. Yem yiyecekleri su içecekleri yapılar kurulmuş. Teyzem bunu anlattıktan sonra dönüp "Acaba mutlular mıdır burda?" diye sorunca hepimiz patladık: tabi)
"Eşek" denince aklıma hep annemin anlattığı çocukluk anım gelir. Bir gün evde otururken anneme gidip "Anne hadi evcilik oynayalım, ben eşşek olayım sen de sahibim ol" demişim. Gülmeyin, çocukken evcilik anlayışım buymuş demek. Hiç ahırda bulunmuşluğum da yoktur. Neyse, biz başlamışız oyuna daha dakika bir annem bana seslenmiş "eşşşek gel buraya!". Annem aynen şöyle anlatıyor: "Aman Allahım Melike bir çığlık bastın ben öyle deyince, bağıra bağıra ağlıyorsun". Annem yanına çağırıyomuş, "Ne oldu Melike?" diyormuş ben de " Sen bana 'eşşşşek' dedin" deyip çığırmaya devam ediyormuşum. "Ama," diyormuş annem "sen eşek olmadın mı, sen söyledin" diyormuş, ben de " ama sen bana 'eşşşeeek' dedin" diye tekrarlayıp duruyormuşum. Yani eşek olucaz dediysek bir sınırı var , gururlu bir eşeğiz biz de...İyi dememişim " bir de semer vursaydın" diye:)..Çocuk algısı ve psikolojisi ne kadar incelenesi, hem komik hem ciddi... (Schlotzsky's Deli sloganı gibi " Funny name, serious sandwich")


1 Ağustos 2008 Cuma

Modern İstanbul - İstanbul Modern





Uzun zamandan sonra Karaköy'e işim düştügü için gittim ve İstanbul Modern'e uğrayacak vakti buldum. En son Alman fotoğrafçı Andreas Gursky'nin retrospektif (bir sanatçının kariyeri boyunca yaratmış olduğu eserlerden derlenmiş sergi) sergisi için gelmiş ve hayran hayran geri dönmüştüm. Bu adam zamanında endüstriyel tasarım ve bina incelemesi yaparmış ve bir anda bunlarıin fotograflarıni çekmeye baslamış ve bizim ilgimizi de...











Adamın fotografları inanilmaz bir etki birakıyor üzerinizde, şöyle ki, genelde fotoğraflar geniş bir perspektiften yansıtıldıgı için fotoğrafa bakarken içinde kaybolacakmışsınız hissi geliyor üzerinize, öyle uçsuz bucaksız.. Fotoğraf tarzı böyle olunca genelde sanatçı bu tarz fotoğrafları yakalayabilmek adına belli mekanlarda çalışıp, belli temalar belirlemiş kendine. Endüstriyel üretim tesisleri, süpermarketler, borsalar, spor karşılaşmalari ya da konserler sanatçıya ilham vermiş. Elbette dijital manipülasyondan sonuna kadar yararlanılmış ve fakat imkanları bilmek değil kutsal pratik önemli olduğu için anlıyorsunuzki bu adam uçmuş denecek kadar basarılı. Elbette beğenip beğenmemek izafi bir durum.





Soldaki fotoğraf İstanbul Modern'in de tanıtım amaçlı kullandığı ünlü fotoğraflarından bir tanesi. İnsan bu fotoğraflara bakarken, çekim açısını ve konumlandırmayı merak etmeden duramıyor. Ve fotoğraflar yakından incelendiğinde şaşkınlığınız bir kat daha artıyor. Fotoğgraflardaki cözünürlük çok yüksek. En küçük ayrıntıyı bile farketmemek imkansız!!










Tüm bunlardan başka her sanatta olduğu gibi bu fotoğraflarında altında yatan bir felsefe var. Andreas Gursky'nin yola çıktığı bu felsefe ise 'Zeitgeist' yani "Zamanın Ruhu". Bu felsefe de gerçeklik ve kurmacanın elele olduğgu görüşü hakim ve savunucularına gore zamanın bir ruhu var. Etraflıca düşününce ne kadar doğru ve ne kadar ürkütücü geliyor insana değil mi!















Benim kendi gozlemim ve cikardigim ozet su Andreas Gursky den, daha dogrusu onun tarzini kisaca tanimla deseler (kim diyecekse bunu :) şöyle söylerdim herhalde: " Alabildiğine plaj, alabildiğine gokyüzü, alabildiğine yol, alabildiğine bina, alabildiğine insan, alabildiğine zaman"...













Istanbul Modern hem bastan aşağı sanat hem de baştan ayağa tasarım barındıran bir mekan -müze.. Her gidişimde çok keyif alıyorum.. Bu sefer " Tasarım Kentleri" ve "İğne Deliğgi Fotoğraflarıi" sergilerini gezme imkanı buldum. Ama anladımki fotoğraf sanatı ilgimi herşeyden cok cezbetmekte çünkü sergileri dolaştıktan sonra yine kendimi Ist. Modern'in kütüphanesinde Andreas Gursky'nin eserlerini incelerken buldum :)











Bir de soylemeden edemeyecegim, İstanbul Modern bu tasarım işini bir adım ileriye götürmüş ve tualetlerinde bile bu çizgiyi devam ettirmiş. Gittiğim her ev her mekan herrr yerde önem verdiğim şeylerin başında gelen tualet temizliği burada görüntüyle birleşmiş.. Tek can sıkıcı durum müzede, klasik müze yasağı, fotograf cekip kayit yapamamaniz, 'zamanın ruhu' nu hapsedememeniz....