30 Ağustos 2010 Pazartesi

tabanlarımız patlayıp çatlayana dek...

Haftasonları geldiğinde, arada bayram seyran münasebetiyle ekstra çıkan tatil günlerinde ne yapsam ne etsem diye dövünüyorum. Bazen şehirde de birşey olmuyor. İşte o zaman gerçekten sıkıcı saatler geçmiyor. Bu nedenle bir süredir gezi klüplerini, trekking gruplarını ve seyahat etmeyi sevenleri araştırıyordum. Bunları yazayım şimdi, belki katılmak isteyenler olur.

Öncelikle... Onur İnal -kendisi üniversiteden arkadaşım olur- çok güzel bir grubun kuruculuğunda yer almış. Gerçi bir grup demek yanlış olabilir, "Sırtçantalılar" bir felsefe olma yolunda ilerliyor.  Kendisini "üzerinde güneş batmayan topluluk" olarak tanımlayan bu grup hatta benim de içinde yer aldığım bu grup, seyahat deneyimlerini paylaşıyor. Gruptakiler birbirlerine hem gittikleri yerler hakkında bilgi veriyor, hem de yeni gidecekleri şehirleri, dünyaları danışıyorlar.. Arada buluşmalar gerçekleşiyor. Grup üyeleri sadece İstanbuldan değil, heryerden! Henüz ortak geziler düzenlenmemekle beraber, bir şehre giden o şehirdeki "sırtçantalılar"la görüşebiliyor. Herbiri kaliteli, düzgün insanlardan oluşan bu grubu incelemek ve üye olmak üzere sizi buraya alalım tık tık

Diğer bir topluluk ise Ayak İzleri. Bu grup İstanbul merkezli. Keşif gezileri, uzun soluklu yürüyüşler yapıyorlar. Henüz üyeliğim bekleme aşamasında. O yüzden şimdilik bu kadar bilgi verebiliyorum..



Yaban Kazları. Bu grup ise şöyle yanıt veriyor  "kimsiniz?" sorusuna: İstanbul'da yaşayan sıradışı insanlarin İstanbul civarındaki trekking parkurlarında doğa yürüyüşü yapmak üzere buluştukları alternatif platform. Web siteleri http://www.yabankazlari.com/   Gruba katılım sitelerinde bahsediliyor zaten.

Şu olaya gıcığım. Sanki bu ülkede tek şehir var o da İstanbul. Heryerde kar yağar ama İstanbulda yollar kapansın olay olur. Yıl boyunca heryerde sel olur, İstanbulda olsun, aman Allahım! Herneyse bu ayrımcı zihniyet hoş değil.

Bu nedenle gelelim Ankara odaklı grubumuza. Artı yaşam grubu Ankara çıkışlı bence muhteşem turlar yaratan bir grup. Şahsen İstanbul çıkışlı olsalar elimden geldiğince katılırdım. http://www.artiyasam.com/   Sitesine bir girin çıkamayacaksınız gezgin Ankara'lılar!....

Ben şahsen turla gezmelere gitmeyi pek sevmem. Tur sayfalarını dolaşıp, bilgi toplayıp kendim gitmeyi yeğlerim. Ve fakat eğer bu bir grup olursa yani bir bütünlük içinde olunursa, neden olmasın?? Bu yüzden denemekte fayda var..

19 Ağustos 2010 Perşembe

İri ile ince

Böyle bir masal var ama ben size bunu anlatmayacağım, siz gugıllayıp kendiniz bulunuz.

Ben bu yaz tatilinde neler öğrendim önce onları söyleyeceğim sonra da bilgilendirme yapacağım 1-2 şey hakkında-özellikle kitap kurtları açsın kulaklarını-


Tatil dönüşü avucumda neler varmış?

- Sevgililer neden öpüşürken gözlerini kaparmış? Çünkü onlar gözleriyle değil kalpleriyle görmek isterlermiş...
- Arılar güneş batmadan neden gözden kaybolurlarmış? Çünkü karanlıkta yönlerini tayin edemezmiş onlar.
- Asmalımescit'te "Leblon" barın adı nereden gelmiş? Brezilya'daki ünlü plajdan...

Tatil kitabım "Güney Amerika"ydı by Mustafa Andıç. Şimdi, okuyup çok hoşuma giden bir yazıyı kendi anlatımımla yazayım.

Mustafa Andıç'ın her Latino Americano ülkesinden bahsederken söylediği şey, bu ülkelerde sınıflar arası farkların bir uçuruma benzediği.. Yani alt sınıf varoş denecek kadar sefil, üst sınıf soylu denecek kadar uçuk... Benim bahsedeceğim ülke Arjantin. Baylar mutlaka bilir, Arjantin'in ünlü bir futbol takımı var "Boca Juniors". Bir de ezeli rakibi var : River Plate. Yani aynı GS-FB gibi. Ama bir farkla, Boca Juniors o demin bahsettiğim fakir halkı temsil ederken, River plate tam tersi zenginlerin takımı. Bu yüzden bizim takımlara oranla rekabetin daha fazla olduğu söylenebilir rahatlıkla. Gelelim anekdota...

Boca Juniors taraftarlarından birine ölüm döşeğinde son isteğinin ne olduğu sorulmuş.Adam tereddütsüz şu cevabı vermiş:

-Beni River Plate 'in bayrağına sarın.

Çevresindekiler şaşırmışlar hep  Boca Juniors fanatiği olarak yaşamış bu adamın  arzusuna. Nedenini sormuşlar, adam cevaplamış:

"Evet evet tabutuma onların bayrağını sarıp sokaklarda gezdirin, gezdirin ki, bizimkiler 'ötekilerden biri daha geberdi' diye sevinsin...

Bu kadarla kalmıyor, işte bir olay daha...

1993 yılında yapılan Boca Juniors- River Plate maçında, BJ rakibine 2-0 yenilir. Stadın çıkışında olay büyür ve River Plate taraftarlarından 2 kişi öldürülür. Hemen sonrasında kendisine mikrofon uzatılan bir Boca Juniors taraftarı şöyle der: "İşte şimdi 2-2 oldu"

Buradan 2 taraftarın birbirlerinden nasıl ölesiye nefret ettikleri ne yazıkki anlaşılıyor...

Kitap bunun gibi birçok ilginç ayrıntıyla dolu, ve önerilerim arasında...

Öneri demişken.. Bir film izledim. Çingeneler hakkında. Adı:Çingeneler: Kıvrım Kıvrım Yollar.  Belgesel tarzında. Sahne görüntüleri. Balkanların, İspanyolların çingeneleri bir "Gypsy Caravan" oluşturursa ne olur? Buena Vista Social Club, Shantel tadında balkan müzikleri, alçakdamlı mekanlarda flamenko ezgileri... Ben çok sevdim.

Ve gelsin bilgilendirme....

Alkım diye diye baş eti yiyen bir insan oldum ben sanki. Kartıma sonunda kavuştum. Şu an elimde kitap olduğundan ve bir de üstüne beklemeyip, internetten siperiş verdiğimden, gelecek aya kaldı Alkım alışverişim. Tam Alkım'ın telefonuna bakayım diye gugıla yazmıştımkiiiiiiiiiii karşıma sitesi çıktı! Daha önce yoktu böyle birşey. Diğer "kitapçı" sitelerden farkı nedir? Hemmen söyleyeyim, kargo bedava! Çünkü Ptt ile göndererek ucuza getiriyorlar. 2 gün geç gelir ama kargo parası ödemezsiniz.

http://www.alkim.com.tr/

Alkımdan herhangi bir komisyon almadığımı söylememe gerek var mı :)

Daha hala yazacak şeyler var aklımda ama sakinleşiyorum ve bir sonraki yazının konusunu açıklıyorum: gezi kulüpleri

18 Ağustos 2010 Çarşamba

never give up on your dreams, follow the signs!

Bu muhteşem! Ne zamandır aradığım hayallerimi buldum ben! Yeniden not defterimi alıp düşlerimi yazdım...10 günlük tatil beni "re-hab" den çıkmışa çevirdi. Sonra düşündükçe bunları yeniden yeniden, sevinç limitlerimi aşıp, panik-atak noktasına geliyorum, öylesi bir iç mutluluk bahsettiğim...

10 günde biriktirdiklerimi nerden başlayarak anlatsam bilemedim şu an...Bir yerden tutup, ucundan kıyısından başlıyorum işte...



Bir "Bodrum rehberi" hazırlayamamış olabilirim. Bir tatilimi de şööyle oh yatayım uzanayım, başka da bir halt yapmayayım diye geçirmiş olabilirim. Bodrum iyiymiş, hoşmuş,güzelmiş ama yüksek beklentilerim nedeniyle hayal kırıklıklarım oldu. 5 gün Bodrumda herşeydahil-üstükalsınlar yetti bana.. Yazlığı olanlar ayrı, geriye kalan fasa fiso...


Geçen yıl  Gökova'da günübirlik tura katılmıştım ve o sulara, turkuaz rengine delirmiştim. Ama Gökova yani diğer adıyla Akyaka, genel olarak o muhteşem tur dışında çok birşey ifade etmemişti benim için. Oysa bu yıl 2 gün kaldığım Göcek öyle mi? Ben aşık oldum, aşık! Baştan uyarıyorum, herşey beklentilerle doğrru orantılı..Demek benimkiler Bodrumda karşılanamayacak kadar küçükmüş...

Göcek, küçük küçücük bir yer..Küçükten kastımız nedir, gerçekten küçük :), sen de 15, ben diyeyim 20 dakikada her tarafı gezersin. Kalacak bidi bidi bir dolu yer var. Biz "Dim Otel"de kaldık.Tamamen yolda karşılaştığımız belediye çalışanının tavsiyesine uyduk. Dim Ailesi işletiyor burayı. .En küçük üyesi 4 yaşında ama asayiş ondan soruluyor! Babamla sohbetleri:

-Benim adım Turgut Dim. Tam 4 yaşındayım.
-Turgut çok memnun oldum. Ben acaba şu çizmelerini alabilir miyim?
-Hayır, onlar küçük sana.
-Ama benim torunum var senin yaşında, ona götüreceğim.

Bir anda  tüm yelkenler suda...

-Torununu getirir misin onunla oynayayım?

Otellerin çoğunun ortalama büyüklükte havuzu ve internet bağlantısı, insanlarının çoğunun ise bisikleti var. Çevre lokantaların tamamına yakını orta ve üstü. Yemek kalitesi, çalışanların ilgisi, esnafın samimiyeti hepsi 10 üzerinden 10! İnsanların üzerinde hep salaş ketenimsi şeyler.. Mağazalar hep salaş ketenimsi şeyler satıyorlar :) bence hepsi birer moda harikası! Minicik tertemiz, düzgün insanların barındığı bir sahil kasabası Göcek. Daha ilginci, buranın kendine ait bir plajı yok. Buraya insanlar tura çıkmaya geliyorlar veyahut tekne kiralamaya... Biz tura çıktık, 12 adalar turu... Deniz tahmin edilesi şekilde berrak ve güzel.. Tur karşılaştırması yaparsak Gökova'yı tercih ederim. Ama mekan... diyorum ya Göcek'in Eros okları vardı diye!...

Göcek'in anılarıma kattığı şeylere gelirsek.. Öncelikle vakti zamanında İstanbul'da 'Japon Kültür'e gitmiştim. Buranın sahibi Muharrem Bey daha sonra Bunka Cafe'yi açarak sushicilere çağrı yapmıştı. Muharrem Bey'in eşi Japon ve kızı da dünya tatlısı bir Japon-Türk karması. Otelimizin tam karşısında Bunka Cafe'nin, Göcek şubesini gördüm! Üstelik minimalist Japon tarzıyla oluşturulmuş bahçesinde, bungalovları, kocaman beyaz yastıklı salıncağı ve yeşil çaylarıyla...Muharrem Bey tam karşımda! Yeşil çay sevdalısı annem, bence çok da hoş kokusu olmayan o çayı yudumlarken gayet iyi görünüyordu üstelik :) Göcekte yaşadığım bir diğer güzellik ise, tekne turunda denizden çok teknelerle ilgilenip, kaptanın dikkatini çekmiş olmamdır. Böylece yaklaşık 30-40 dakika tekneyi ben kullandım! Vee adım "kaptan"a çıktı elbette :) Bu ilginçlikleri bulmak için özel bir çaba harcamıyorum sanırsam ;)  ( ki Bodrum'da otele gelen Kübalı grubun solistinin, onca kişi arasından beni seçip sahnelere taşıması da tesadüf değil, eminim artık!ama o saniye salsa yapacağım diye bildiğim tüm İsapnyolca kelimeleri unutmuşum)  Hemen denizciliğe dair sözcük dağarcığımdan bahsedeyim:

sancak: sağ
iskele: sol

Yani "iskele" yap denirse sola, "sancak" denirse sola çeviriyoruz dümeni. Eğer dalga gelirse yırtmak için dalganın geldiği tarafın tersine kırıyoruz ki teknenin totoşuna vursun dalga gelip, yoksa tüm teknedekiler çizgi filmlerdeki gibi yemyeşil olana kadar sallanır dururlar...

Tekne turu ile ilgili söyleyeceklerim var. Eğerki giderseniz Göcek'te tura,kesinlikle "Serdar SS" teknesini tercih etmelisiniz. Teknenin sahibinin çocuklarının başharfleri o "s"ler, ne naziler elbette ne de Eskişehirli :) Bu teknenin diğerlerinden farkı rotası. Yani tüm tekneler aynı rotayı izleyip, aynı saatlerde aynı yerde mola verirken, bu kaptan burada bir innovasyonu devreye sokarak klasik rotayı tersten izliyor ve kimsenin durmadığı yerlerde durarak 'hayat size güzel' mantığını devreye sokuyor. Son bir tüyo, teknenin sağına oturursanız hep gölgede kalırsınız!


Not: Turda girilen bir koyda Bedri Rahmi'nin kayalara çizdiği ve mozaiklendirdiği, onun klasik izlerini yani balıklarını görebilirsiniz.Bir diğer koyda ise deniz kenarındaki ağaca tarzanlık yapabilmek adına halat bağlanmış, sallanıp içine uçuyorsun. İtalyanlarla katıldığım bu heyecanlı yolculukta az kalsın sağ kulağımı patlatıyordum hızlı bir basınçla suya düşünce... Her saniye güllük gülistanlık geçmiyor tabi....

4 Ağustos 2010 Çarşamba

ünlüyüm, ünlüsün, ünlü uyumu

2 hafta önce. Beyoğlu'nda yürüyorum. Öğle tatilim. Tam Galatasaray Lisesi'nin önünden geçerken birinin elinde kamera, ötekinde mikrofon olan 2 kişiyi görünce hızla seyirtiyorum- her aklı başında insanın yapacağı gibi. 2 genç çocuk depar atıp önümü kesiyorlar. "Hayır" diyorum, "istemiyorum röportaj, nolur".. Anlıyorum sızlanmalar işe yaramayacak, "konu nedir" diye soruyorum. "Dövmeler ve yapılan yerlerin hijyenik olması"  diyorlar. "Yoook" diye kabuğumu ters çeviriyorum hemen kaplumbağa misali.. " Bu güzelliği çekmeden bırakmayacağız seni" diyerek bir de bu kanaldan giriyolar.. O kadar sıkıyorlar ki, razı oluyorum. İlk çekiyoruz, "olmadı arkada şu çıktı, bu olmaz" deyip" yeniden çekeceğiz" diyorlar. "İmkansız" dememe fırsat kalmadan mikrofonu uzatıp soruyu patlatıyorlar! Bu sefer kendimi sıkmadan dövme ile bildiklerimi sayıp döküyorum :) Bitince de bir uzun ohhhhhh çekip, kaçarcasına uzaklaşıyorum. Bu arada, ayrıntı :
kanal: Show Tv

Medoş İtalya'dan dün döndü ve bugün - yine öğle arası - Beşiktaş vapurunun önünde onunla buluşmaya sözleştik. Otobüsten indiğim gibi kameraları gördüm. Bu sefer deneyimliyim. Hemen arkalarından beni görmeyecekleri şekilde dolandım! Anne bunlar senin yüzündennn heppp! Geldiğin günden beri "düşünerek çağırırsın" deyip durdun. Al işte :) Trt ekibi de beni saklandığım kuytu köşede bulmakta gecikmedi ! Sırtım dönükken kameraya, mikrofon uzatmış haldeler ve bana şöyle söylüyorlar : " Saklanmayın, bulduk sizi" Bu ne yaaaaa :) Biri haber mi verdi kanallara şöyle "bu kız bilir kişi, gidin -saçma sapan- bir soru sorun cevaplasın halk aydınlansın" :)))) Koptum bak şimdi kendi kendime. Evren birleşti keşfedilmemi mi bekliyor ;) ?? Konu da güneş ve güneşin zararlı etkilerinden korunma.

Az gülmemişimdir, röportaj için sıkıştırılan insanlara.. Hakettim ben bunu da, bu kadar değil be :) Tv de görenler bana bu saçmalığı haber vermesin sakın, külah mülah kalmaz ortada!....

2 Ağustos 2010 Pazartesi

iyi ki....

Ne kadar oldu anne sen geleli, 1 ay?? Bir pazartesiydi hatırlıyorum, fena sıkılmıştım da imdadıma yetiştin. Her zamanki gibi... İlk defa böyle anneli kızlı haylaz-inatçı, başıboş-sakin zamanlar geçiyoruz beraber.. Ne güzel neeee güzellll oldu bu ikimize de.. Buncacık zamanda neler öğrendim ben?

1. Hep derdiler ki "inadın babana benziyor"..A-a!! Hiç de değilmiş! Benim bir inatçı annem var taşı çatlatır!
2. Anne her yerde huzur demekmiş..
3. Anneler yemek yapmadıklarında çocuklarını sevmeye daha çok vakit buluyorlarmış, daha çok takatleri oluyormuş onlarla gezmeye :)
4. Annelerin de hakları varmış bekar hayatlarındaki gibi çılgınca gezip dolaşmaya, yemek - çocuk derdi olmaksızın,  kalkma saati takmaksızın rüyalar görmeye...
5. Anneler ne de tatlı değil mi?

Geçen haftanın ruh huzursuzluğu yoktu bu haftasonu bende. Cumartesiyi bol yayılmalı geçirip enerjimizi pazara hatta pazar öğlen geç saatlere sakladık. Sonra yolu tuttuk yine..






Soru: Bir haftasonu İstanbul'da değişik nereye gidilebilir? Cevap: Anadolu Kavağı'na. Bak nasıl gidiliyor anlatıyorum hemen. Üsküdara gelincek, 15 numara Beykoz totobüsüne binilcek, yaklaşık 25 dk klimalı totobüslerde keyifle sahil izlendikten sonra, Beykozda inilip 15A ya binilicek zaten son durakta inilcek. Arabanızla missler gibi bir yolculuk çekmek de öneriler arasında... Yollar hep yeşil, ama öyle değil, Karadeniz yeşili bu.. Ağaçlardan hiçbir şey görünmüyor, yeşilden başka renk de yok zaten.. Tam bir doğa yolculuğu.. Mest.








Anadolu Kavağı, eski bir Rum köyü..Hem de en balıkçısından... Her taraf lokanta dolu.. Dar sokaklarda dolaşıp, mini minnacık çarşısından takı alabilir, köylü teyzelerden organik meyve-sebze alabilirsiniz. Ama mutlaka ve mutlaka sahil ve çepeçevre ormanlar izlenmeli... Gözlerin İstanbul'da aynı anda bu kadar çok ağaç görmediğini heyecanla farkediyorsunuz..




Deniz mahsulleri dışında yenecek çok fazla bir şey yok burada. Balık, salata, meze kokuyor her taraf...İsteseniz de canınız başka şey çekmiyor.



Dönüşte karşı yakaya geçmek isteyenler hangi yolları izlesin? Hemen restoranların yanında iskeleden Sarıyer'e vapurlar kalkıyor. Ya da otobüsle Beykoz'a dönüp, takalarla Yeniköy'e geçilebilir - o da çok zevkli bir yolculuk-.

Önemli bir uyarı.. Anadolu Kavağı turistik bir yer olma özelliğini sadece satıcı ve garsonların üzerinize atlamasında saklıyor. Aslında burada kalacak herhangi bir otel yok. Ve çok geç saate kalmadan her taraf kapattığı için özel aracıyla gelmeyenler elini çabuk tutmalı.