31 Mayıs 2010 Pazartesi

çeşme ganimetleri

















buzdolabımda alaçatı rüzgarı...

























babik ne almış bana?


















bu tatalaya aldığım hesap makinelerinin mantığıyla çalışan -yani ışıkla- maymuncan















bunun çeşme'yle bi bağlantısı yok. şu sıralar her yerde gördüğüm, her gördüğümde köpek sever gibi elimi üzerinde salladığım fesleğenlerden aldım eve..üstelik 2.5 milyor. üstelik haftada bir su vericem. üstelik ev sürekli yeşillik koukuyor.

modern zamanlarda aşk yorulmuş mudur

Onu bilmiyorum da ben feci yorgunum. Cuma günü İzmir'e gitmek üzere Sabiha Gökçen'e yollandım. Gene bir hata : Sun Express. Uçuşumda tehir yoktu hayır. Ama havaalanına girer girmez bir anons: Sun express Trabzon uçağı 3,5 saat ertelendi. Benimle alakası yok ama gözümün önünde sinirden deliren ve en sonunda toplanıp "Sun Express iflas" diye protesto edenlere şahit oldum. İzmir uçağı da bekler diye düşündüm ama ilginçtir olmadı bu sefer.

Yolculuk öncesi benimle Havaş otobüsünü bekleyen pıtırcık bu.



















Bindikten sonra önümdeki kadın şu metni okuyordu : " Yay burcunda dolunay meditasyonu" . I swear to God!...





İzmir'de annemlere yeniden doya doya sarılma fırsatı buldum. Pazar günü Çeşme'ye attık kendimizi ve ben Altınkum'un altın kumunda koştum, sonra da denize uçtum. Ayağımı ilk soktuğumda denize girecek olmanın verdiği heyecan uçuverdi. Bildiğin buzzzzzzzz bu ya. Sonrasında sırtıma iğneler battı soğuktan, hatta bir buz kütlesine yaslanmış gibi hissettim kendimi. Ama çabuk alıştım. Çevredekilerin suda yaptıkları atraksiyonlarla kendime gaz verip suya girmem zor olmadı. Annem ise her zamanki gibi benden önce sudaydı Sonrasında Aya Yorgi Koyu'na geçtik. Burada plaj yok, sadece beach clublar ve minderleri. Babylon Alaçatı var mesela, gelinesi.. Bir ara Çeşme merkeze uğradık hemen de Alaçatı'ya geçtik. Turkuaz sularda sörfçüleri izleyip, Alaçatı çarşısına uzandık. Nezih bir Ege burası. İnsanlar belli gelir düzeyinin üzerinde. Kimsenin kimseyle alakası yok. Kısa zamanda geleceğim buraya tam doyamadım. ( Burada şunu söylemeden edemeyeceğim. Evet çok güzel burası, suyu temiz, çarşısı süper, her taraf Ege kokulu, mis kokulu... Ama bir sihri yok, Bozcaadanın sihrini arıyorum her yerde.. Her taraf kendince güzel ama.. ama.) Bir de bildiğim kadarıyla 15 Mayıs itibariyle Yunan adalarına günübirlik turlar vizesiz. Bunu fırsat bilip 3 günlük bir tatil organize etmeyi planlıyorum.1 günü Sakız Adasına ayrılacak.





Pazar akşamı 21: 25 te Sun Express uçağım 2.5 saat tehir yaptı. Çıldırdım. Eve geldiğimde saat 2 idi! Bu rezalete kesinlikle bir son verilmeli. Her tehirde müşterilere verdikleri ikramlarla, ve mesajla belirttikleri 50 ytl lik indirimlerle batarlar mı? Bence evet! Her 10 uçuşun 9u tehirli. Kısa zamanda bu şirketin batması dileklerimle...

28 Mayıs 2010 Cuma

yaş pastaya "yaş pasta" demeye bayılıyorum






Karaköyden Cihangir'e çıkarkeneee yeni bir kafe açılmış!
Adı : Oda kahvaltı. İsmini çook sevdim. Günlük hayatta kullanılan deyişleri kafe, dükkan ismi yapmak şirin geliyor bana. Yabancı dildekilerde aynen. Önümüzdeki hafta kahvaltıya gidiyoruz ofiscek. Fotoğraflayacağım elbette..

Dubaicik gelemiyor benle İzmire.
Dün izleyemediğim aşkkk-ı memnu efendiyi bugün havaalanında izlesem.
Ben geliyorumm.Çeşmeeee

psşklfzjlehvtwamşıcjöwr




Birkaç gündür Emre'nin yurt dışından müşterisinin kızını ağırlıyoruz.Kız Dubai'den. Bugün de beraber İzmir'e gideceğiz. Biraz da Ege görsün istedik. Ve fakat koşmaktan gezmekten yoruldum. İzmir. Yaymaya gidiyorum yeminlen.







Julie&Julia filmini izlediğimi yazmış mıydım bloga acaba? Merly Streep oynuyor. Muhteşem kadın. Deli oyunculuk. Bayılıverdim herkeslere  duyurulur. Özellikle yemek blogu sahipleri ve sahibelerinin çok hoşuna gidecek.

Hasır bir çanta istiyorum. Bizim yakında adı olmayan bir dükkandan alacağım sanki. Yaza dair her şeyi istiyorum.

Kafamda tonla düşünce var. Tilkiler fink atmakta. Sonra bir anda bir bakıyorum hepsine boşvermişim, boş-boş bakıyorum.

Sesim kısılana kadar bağırıp şarkı söylemek istiyorum ve mümkünse eğer bir konserde olsun bu.

Pıff. Şu dağınıklığım geçsin. Hayata ilgim artsın.

Havalar ısındı. Yaz geldi mi artık ne? Peki Çeşme? Vakti artık.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Bekleme Odası

2 film izledim haftasonu.

İlki.. "İki dil bir bavul". İlk defa öğretmenliğe başlayan bir gencin doğuya atanması ve doğru düzgün Türkçe konuşamayan, bazısı hiç bilmeyen çocuklarla iletişimini anlatıyor film. Belgesel tarzında çekilmiş aslında. Ben çok beğendim. Meltem o kadar değil.

İkincisi ise Zeki Demirkubuz'un filmi. Kıskanmak.. Bir kıskanma öyküsü anlatılıyor isminden anlaşıldığı gibi. Eğer bu adamın tarzını biliyorsanız filmin keyfini çıkarabilirsiniz. Yok değilse.. Meltemcan gibi çok da beğenmeyebilirsiniz. En çok "bekleme odası" filmini sevmiştim. Normalde durağan filmleri sevmeyen ben, bu adamın tarzını beğeniyorum nedense. Bir içtenlik buluyorum filmlerinde, o durup bekleyen sahnelerde. Ve fakat aynı şeyi Nuri Bilge için söyleyemeyeceğim ne yazıkki...



25 Mayıs 2010 Salı

hoppalaaa

Benim "wallpaper" larım mevsimlere ve ruh hallerime göre değişir. Ve evet, artık yazlık ve tatillik duvar kağıdımı koymanın zamanı geldi. Havanın hala serin olduğu şu günlerde kendimi serin sularda düşleyemesem de, Mavi jeanste gördüğüm o salaş elbise ve şıpıdıklarla modum yerine oturdu. Yazlık oldum ben.


Öğle arasında hep beraber Taksim'e çıktık. Ve dönüşte bir çakkalda ben ne buldum??? Cinoooooo.. Bu çocukluğumuzun çikolatasını hatırlıyor musunuz?
 
Hemen 10 tane cebe atıverdim. Şimdiden 2 tane kaldı :))

Bugün 1 yazı daha yazacağım ama akşama... Öperim 

23 Mayıs 2010 Pazar

Uy uy uy !

İspanyolları Karadenizlilere benzettiğimi söylemiş miydim? Bir kere baştaki "h" harfini söyleyemiyorlar yani dillerinde "merhaba" anlamına gelen "hola" kelimesi "ola" diye okunuyor- a ince olarak, Bihterin "Adnan" demesi gibi yani. Yani "Hasan" diye isimleri olsa "Asan" diyecekler ki bu da balkan olduklarına işaret :)  Sonraaa... Ben birşeye şaşırdığımda ya da acıdığımda "ay ay ay" derim. Onlar da diyor ama nasıl? "Uy uy uy". E bizim Karadenizliler ne diyor " uy uşağum" :) Var kanlarında akdeniz kadar karadeniz de...

"Bozcaada Kitabı"m o kadar güzel gidiyor o kadar güzel kiiii...anlatamam. Haluk Şahin'i hisleri bana bu kadar yakın olduğu için hem kıskanıyorum hem de beni mutlu ettiği için seviyorum :) Ve son kararımı açıklıyorum işte : Adamdan arsa satın almak. Para biriktirmeye başladım desem? Orada olmalıyım ben, her sıkıldığımda, her mutlu olduğumda, gençken, saçlarım ağardığında, torunlarımı severken... Ada reçeli yapmalıyım kendi ellerimle.. Kışın Lodosun ortasında rüzgar yüzümü dövmeli... Hayal değil bu. Gerçek olmasına çalışacağım, Şimdi gülenleri, ileride bağevime davet etmeyeceğim :))))

Kitap demişken... Çantamdan ayıramıyorum bu 3 kitabımı, omzum son zamanlarını yaşıyor...


Meltemle kahvaltılarımızı Komşu fırında yaptık, İtalyan pidesi ile.. Yanında limonata 1 yetale!

















Geçen yazıda eksik kalan fotoğraflarımı tamamlamaya bir de fotoğraf postu yapmaya geldim.Modarden butik, Moda tramvayı, çaybahçesinden  Moda sahili, adsız butik ve Pasifik pastanesinden aldığımız üstü mozaik kekli ve vişneli muhteşem mini-tartlar. Buyrunuz...

























20 Mayıs 2010 Perşembe

Adalardan Modalardan...

Ben geldim. 19 Mayıs'ın tatil olması, haftaiçi bir günün bana, bize ait olması ne harika bir duyguymuş. Tüm ofis insanlarına çarşamba gününü hediye etmek isterdim, keşke elimde olsaydı. Pekiiii. Bu aralar çok mu geziyorum? Evet. Uykusuzluktan ölür müyüm? Eveeeeeet!

Ben dün için, güne sakin başlarım, gün boyunca film izlerim ve evde otururum diye düşünmüştüm. Ev, çarşıya uymadı. Sabahtan debdebeli bir güne uyandım. Saat 8! Öğlen 1'e kadar debelendim. Sonrasında birkaç gün Meltem'de kalma kararım ile planlarım yön değiştirdi ve renklendi. Bir kere kızkıza olmak gibisi yok.. Kendimi yurtta, kendimi öğrenci evimde hissettim yeniden.. Çok güzel bir his, bilen bilir, bilmeyene yaşamak nasip olsun :)

Düşündüğüm gibi evde oturmadık. Keşif kitabımı Meltem'e de gösterip, onu da yoldan çıkardığımdan, ilk o istedi kitaptan bir yerlere gitmek, inanılmaz ama neredeyse kitaptaki Moda mekanlarının hepsini gördük! Artı, fazlasını bulduk!...Hadi o zaman, başlıyorum anlatmaya..

Meltem kitaba ilk baktığında, Terkos pasajı gibi ucuza giyim eşyası bulunabilecek "Arden" isimli dükkanı görmüş. Biz de ordan başlayalım dedik tura. Bir kere adı "Arden" değil. "Modarden". Sonracığıma tişörtten elbiseye herşey 20 milyor. Yani Terkos olayından azıcık uzak. 5-10 milyona süper şeyler düşürebilirsiniz Terkostan çünküm. O yüzden bir daha gitmeyeceğiz biz bu dükkana, so sorry. Dükkan çıkışı hemen sahile döndük yüzümüzü. Tanrım ben Moda sahilini ilk defa görüyorum. Çok utandım, böyle güzel bir manzara, böyle güzel konuşlanmış bir çay bahçesi olmaz! Martılar kargalarla kapışırken, insanlar mis kokulu çay yudumluyor, kimi bisikletine atlamışken, bazısı goldenlarını - ki bence onların hepsi Egeydi :( - gezdiriyor. Ama biz açız.. Kırıntı'yı herkes bilir. Ama Moda sahildeki Kırıntı, bu zincirin ilk halkasıymış meğer. Hiç bozmadan korumuşlar burayı. Öyle ki menüsü diğer Kırıntı'lardan farklı. Yani "kıtır krep" bulunmuyor. Biz "Casa di Moda" yı seçiyoruz Kırıntı'nın hemen yanında, kitaba uyarak ve pizza kokusunu izleyerek. Casa di Moda, çok şirin, ahşapla döşenmiş küçük ve sıcak bir mekan. Girişte fesleğenler var saksılarda, elinizi üstünde sallaya sallaya dolaştırıp, sonra koklayacağınız.Şef garson olduğunu sandığım kişi, bence eski İtalyan filmlerinde gördüğümüz, uzun sakallı, kafasında ressam kepi eksik bir bey. Hemen pizza siparişini verip bekliyoruz. Bir kedicik etrafta sürekli cirit atarak sırnaşıyor. "Moda etkisi" diye birşey var bence, inandım ben buna. Kendinizi İzmir Bostanlı sahilinde sanabilirsiniz, insanlar öyle rahat, evler öyle sakin ama şenlikli..



Yemek bizi bir güzel şişirince eve doğru yol aldık.Ama arada unuttuğum bir-iki şey var önce onu söylemeliyim. Modarden'i geçince "Yeni Moda Eczanesi" ni gördük biz!!!! Bence Modadaki en güzel, en vintage, en eski, en çok anıları çağrıştıran yer burası. Yazıkki kapalıydı ve zaten makinam yoktu yanımda. İçerisi nasıl hemen anlatmalıyım. Eskiden  bitkileri ezip karıştırarak ilaç yapılırmış ya, işte kocaman bir havan ve dövecek var girişte. ( Bu arada kapalı eczaneyi nasıl gördünüz diyenler için aydınlatma: kapı kapalı kepenkler açıktı :) ) Sonracığıma.. Bir kere ilaçlar klasik eczanelerdeki sürgülü cam dolaplarda değil. İngiliz stili koyu renk ahşap ve kapaklı dolaplarda. Bu dolapların üzerinde kocaman kocaman eski şişeler var koyu yeşil ve mavi renklerde. Nasıl desem bir filmden bir kesit izlemiş gibi oluyorsunuz, sankiiii hımmm..Benjamin Buttondan...Mutlaka açıken gidip göreceğim Yeni Moda eczanesi'ni tekrar, izin verirlerse fotoğraf da çekeceğim. Bir de yazı yazacağım sadece ona ait.

Bir yerden daha bahsetmek istiyorum ama nasıl bahsedeceğimi bilmiyorum çünkü adı yok. Küçük bir butik ve biz Meltemle adını "adsız" koyduk, çok aramadık farkedildiği üzere. İçeride tasarım ürünler var. Semazenler ve Eski Türk motifleriyle dolu eşyalar var. Tennure bile var! Yani semazen kalpağı...

Fotoğraf makinamın olmaması nedeniyle bol fotoğrafsız çok kelimeli bir yazı oldu bu. Kimse okumazsa ben okurum, napiim :)

18 Mayıs 2010 Salı

Kuşuuum??? Siyah kuşum:)

Birçok alışverişimi internetten yaptığım için ofiste dalga geçiyorlar benimle. Adım çıktı vallahi inmiyor 8e :)

"Etsy"'i biliyor musunuz? HaNdMaDe muhteşem ürünler var! Ve işte bunun Türkiye versiyonu size: http://www.pasaj.com/

Pekiii Noni'yi biliyo musunuz? http://nonim.blogspot.com/
Noni, blogunda yazdığı süper pozitif yazılarının yanı sıra bir de pasaja sahip. 
http://noni.pasaj.com/?pgNb=0#pager
Bir yüzük beğendim ben Noni'nin pasajında, kurdeleli hem de..Ama satılmış. Rica ettim, bana da yaptı :) Bugün tam alacakken bir de baktım yenilerini de eklemiş, karar veremeye veremeye seçtim. Çoook güzeller... Babam, babam değil de annem olsaydı :) ona şu yüzüğü alırdım. Çünkü her türlü mimari onun ilgi alanıdır, özellikle "özellikliler"...

korku cumhuriyeti


Atalay, üniversite 2. sınıfta okuyor. Dün ana ders hocalarından bir tanesi, okulda "erasmus" ile ilgili bir toplantı olacağını ve katılmayanı dersten bırakacağını söylemiş. Böyle bir şey olabilir mi? Dünyanın hangi saçma diğer ülkesinde olur veyahut?? Kendi kararlarını alabilen genç insanları böylesine korkutmak, dersleri olmadığı halde toplantı için okula zorla sürüklemek neden? Çünkü sunumu yapacak insan yurtdışından getirilmiş ve akıllarda şu soru : " ya salon dolmazsa? " . Hiç adil değil, mantıklı değil.

İlkokuldan hatta anaokulundan itibaren yapılıyor bu. Şu bayrama katılmazsan böyle olur, bu rontu yapmazsan şöyle olur. "Sana ne a be kardeşim?!" diyemeyecek durumda bırakılıyorsun bir şekilde. Daha o saatten itaat etmezsen başına ne geleceği söyleniyor kulağına. Üstelik tüm bunların daha komiği, bu olayların sosyal konularda yapılması. Çocukları 23 nisandan, gençleri 19 mayıstan soğutmanın alemi nedir? Demek ki sen beceremiyorsun bu bayramları anlatmayı ki çocuk da bunu kaçılması gereken bir şey olarak düşünüyor. 23 Nisan'da güneşin alnında çocuklar müdürün yaptığı, arkasından müdür yardımcısının yaptığı konuşmayı dinliyor. Çocuklara sıra gelene kadar zaten baygınlıklar başlıyor. Bırakın da bayramlarını "adam gibi" değil "çocuk gibi" kutlasınlar, zorla ront yapıp "gelenler beğendi mi acaba"  diye kendinizi tatmin etmeyin ama yeter cidden!..

14 Mayıs 2010 Cuma

hayatbendenyana



Herşey çok hızlı oldu. Bu öğle arası Eceyle uçarak White Mill 'e gittik. Meğer benim keşif kitabım da burası da varmış, bak sen! Mutlu oldum bir "tick" daha attığım için.. Yediğim yemek çok güzeldi : çentik kebabı. Ece ne yedi? O da zencefilli kişnişli tavuk  Ama asıl son anda Ece'nin eve uğrayıp makinasını almasıyla çok güzel fotolar sahibi olduk..İşte kolaj, tatam..

Yemek yemeye çıkmadan yurtiçi kargo D&R dan online sipariş ettiğim kitabımı getirip öööylece masaya bırakmış. Kaç gündür çatladım gelicek diye. Haluk Şahin'in Bozcaada Kitabı. Bakalım nasılmış.

Pukka Living demiştim ya önceki bir yazıda. Keşif kitabım artık İdefix'te satılıyormuş meğer.. Tık tık..


Fotoğrafta Ece, "Küçük Kurabiyeler Dükkanı"nı inceliyor dikkatle... :)

Mmmmmm...macaron...

Diyebilirimki İstanbul keşiflerine hızlı bir giriş yaptım. Dün illa Kadıköy'deki Beyaz Fırın'a gideyim de macaron alayım diye uğraşırken Emre aradı ve Kadıköy'de buluştuk. Beyaz fırın çok şirin bir yer. Medoşla üniversite zamanlarında Kadıköy'e her inişimizde uğrayıp küçük poşetlere beğendiğimiz kurabiyelerden attırdığımız, sıcak bir mekan. Ben ilk defa macaron deneyecek olmanın verdiği heyecanla tepsinin önünde çakılı kaldım. "neli bunlar, şu morlu ne aromalı??" Tezgahın arkasındaki kız gülümseyerek cevaplıyor " sarılar limonlu, yeşil olanlar fıstık, pembeler frambuaz, mor ise menekşe". "Nasıl menekşe yaa?". diyorum gözlerimi kocaman açarak."Bildiğimiz şu çiçek" diyor gülerek. "Mmmm" diyorum. Macaron pahalı birşey. Kilosu 76 milyor. Eyvahlar içindeyim ama öyle değil, 4 tanesine 5 lira veriyorum. Bir değiyor, bir değiyor buna. En bayıldığım fıstıklısı oldu. Şey gibi..baklava. Ben baklavaya bayılmam ama buna bayıldımmm.

Bir de atıştırma standı var, artık bir sonrakine kaldı kitapta bahsedilen kuru poğaça-limonata ikilisi diyorum..


Sonra gözüm bu file çantaya kayıyor, ne bu yahu tatlıları taşımak için mi :) , günlük kullanım için mi. Ben bunu almazsaaam... Takıyorum fileyi koluma, haydi Viktor Levi yoluna...          

         

13 Mayıs 2010 Perşembe

KeşfetmekİçinBak


Yaşadığım şehri ya da bir şehri tam kalbinden vurmak benim için yazılmış olsa gerek. İstanbul'u, burada  bulunduğum süreler boyunca karıştırdım-ettim, gezdim-gördüm ama yine de bitmiyorallahbitmiyor... Konuyu uzatmadan 2 gündür elimden düşüremediğim, zaten elim kadar olan kitabıma bağlıyorum. Bir zamandır istiyordum. Atalay almış. İstanbul Keşif Rotaları. Bir kere baştan kitabın ismi insanın içini gıdıklıyor. Kapaktaki fotoğraf süper. Dediğim gibi kitap elim kadar. Elim azıcık büyüktür benim ama bir kitap için küçük işte anlayıverin..Bir gezgin kitabı..Yazarlar süper! Fırlamalar, bu şehri içine çekerek yaşayanlar...Ön yazıya bayıldım...İçerik...

İstanbul'u parçalara bölmüşler. Birkaç yüz parçaya.. Örnek vermek gerekirse: Fatih & Beyazıt bölgesi, Karaköy & Galata & Tophane bölgesi gibi.. Her bir bölgedeki kendine özgü yerleri kısa kısa anlatmış, keşfetmek için insanı ittirivermişler. Bu bahsettiğim yer bir butik mağaza olabilir, ya da bir pastane, bir saatçi ya da yorgancı.. Ama hepsi nevi şahsına münhasır...

Kitap elime ilk düştüğü andan beri nereden başlasam diye düşünüp duruyorum. İlk önce yakın yerden başlayacağım. Tophane-Galata-Karaköy bölgesi benim öğle aralarımda keşif rotamı belirleyebilir şimdilik. Gördükçe gezdikçe deneyimlerimi yazacağım buraya, elimden geldiğince. Fotoğraf ekleyip gözünüzde canlamasını sağlayacağım. Bazı yerlere şimdiden kimi yanımda sürükleyeceğimi belirledim bile...

" Ben de istiyorum bu kitaptan" diyorsanız.. Yolunuz BilStore mağazalarına düşmeli.. Çünkü tek satıldığı yer.. Bilsar A.Ş. tarafından çıkartılan bu kitabı hazırlayan ekip PukkaLiving. "Onlar da kim?? Bu etkinlikleri online nasıl takip edeceğim ben??" derseniz...

A Guide To Modern Istanbul :  http://www.pukkaliving.com/tr/


Fotoğraf, http://www.istanbul2010.org dan alıntıdır.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

mümkün mü?


mümkünse her sabah "Istanbul Touristic Bus" bizim iş yerinin önünde park edip beklemesin turistleri..
mümkünse her gün başka bir American cruise demirlemesin Karaköy'de..
mümkünse Karaköy-Beşiktaş hattı üzerinde bu kadar turist bulunmasın, türlü fotoğraf makinaları, ellerinde haritalarıyla fink atmasınlar önümde yürürken..
mümkünse havalar bu kadar çabuk ısınıp, ytazın her gün çalıştığımızı hatırlatmasın bana...
mümkünse yazın geldiği şu sıralar, kimse haftaiçi şıpıdık terlikleriyle önümden geçmesin, alıveririm ayağından vallahi...
mümkünse Beşiktaş iskelenin yanında sıra sıra banklarda güneşlenmesin insanlar gündüz 12:00-13:00 saatleri arasında...
mümkünse Beyoğlu her gün kalabalıklaşmasın 1000 kişi daha...
mümkünse güneş bu kadar pırıldatmasın ışıklarını kırmasın denizin üstünde, bırakmasın gözlerimi üstünde...
ben denizi özledim parmak arası kumu özledim güneş kremi kokusunu, kulağımda müzik gözlerimi kısarak güneşe bakmayı, güneş sonrası vücuduma su değince titremeyi özledim.
mümkün mü?


Fotoğraf http://www.flickr.com/photos/gegegatt/3658120402/  alıntıdır.

Take it easy..

Bak şimdi ben neler izledim:


Last Station - Tolstoyun son dönemlerini anlatan, beni ağlatan...


Single Man : Beklediğim kadar etkilenmedim, ama her film karesi bir fotoğraf...







Bir de "Yahşi Batı" yı izledim ama hatırlamaya bile değmez....

Son olarak.. 2010 chill-out festivaline yüksek ihtimal gidemeyeceğim. Ofiste kendi kendime chill-out yaparım ben de.. http://www.chilloutfest.com/

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Bir şımarık kız çocuğu...

Birkaç günlük yazı..


Dün şirkette Fikret Bey'e de anlatıyordum. Şimdi annemlerle geldi ya, birlikte olduk ya bir süre evde, değişik tepkiler gösterdi vücudum bu duruma. Kademe kademe anlatacağım.

1. İlk birkaç gün : Herşey çok ilginç. Annemler sürekli beni işyerinden arıyorlar. Ben işteyken evde birilerinin olması duygusuna alışmaya çalışıyorum. Eve gelince sıcak yemek yiyiyorum. Üstüne tatlı. Üstüne meyve. Üstüne çerez. Aylardır açmışçasına yemeklere saldırıyorum. İlgiden ölesiye faydalanıp, şımarıp, geceleri babama sırtımı kaşıtıp, kedi gibi mırlıyorum. Geceleri annemle aynı yatakta yatıp, gecenin bir yarısı su istemek için "suuuuuuu" diye ciyaklamam yetiyor :) Yemin ederim.

2.Üçüncü ve dördüncü günler : Annemler herşeye karışıyorlar. Eve geç gelmeme, tabağımda yemek bırakmama, kıyafetlerimi dolaba koymamama (wagamama)...Feci derecede kalbim sıkışıyor. Azıcık rahat bıraksınlar. Yemek bile yapmasınlar isterlerse, ama sürekli arayıp soru sormasınlar, kızlarla buluşup geç gelince beni arayamayıp, evde Atalay'ı sıkıştırmasınlar. Zaten evi kendilerince düzenliyorlar, her koydukları şeyi geri kaldırıp eski istediğim yerine koyuyorum. Zaman kalmadıkça "neyse ben bunları haftasonu eski yerlerine koyarım" deyip kendimi teselli ediyorum.

3. Beş, altı, yedi : Hiç birşeye ellemiyorum. Bıraktım istediklerini istedikleri yere koysunlar, faturaları ödesinler, akbilimi doldursunlar, canları sıkılınca etimi cimcirsinler:) Bıraktım dağınık kalsın. Mutlu oldum ben böyle.

4. Geri sayım, son 2 gün : E nolcak şimdi annemler gidince? Sanki ben değilim 10 yıldır İstanbulda tek başıma kalan. Bildiğim herşeyi unuttum sanki. Sanki onlar gidince kurabiye bile yapamayacağım. (Annemin tarif defterimi koyduğu yeri bulamayacağımdan söylemiyorum bunu :) )  Böyle bir kaşık bal çalmak gibisi yok valla, peh ! :(


Zormuş aslında böylesi ama alışınca anlamıyormuş meğer insan. İstanbulda yaşamak, ayaklarının üstünde durmak zormuş be... Olsun kızkıza, omuz omuza yapmışız bir şekilde işte.. Birbirimizin küçük ailesi olduk biz de zamanla.. Böyle böyle çok güzel dostlarım oldu benim.. Hepsi de ailemin bir parçası..

Esprik bir yazı olsun demiştim ama sonunda duygusala bağladım yine iyi mi?!





Peki o zaman, küçük bişi.. Annemin eline bugün ulaşacak bonny-food siparişimin fotoğrafı...

4 Mayıs 2010 Salı

¡ sürprizzzz !


2 güzel haber :

1. Kürşat Başar "Cumcuriyet" :) gazetesinde yazıyor artık. Dün ilk yazısını okudum..Mmmm


2. Spanair Türkiye'de! Sabiha Gökçen'den İspanyanın her bir yerine uçabiliyorsunuz!!!!!

2 Mayıs 2010 Pazar

15 gün

Tam bu kadar oldu annemler geleli. Sabah erkenden yolcu ettik onları Atalayla. Hemencecik alıştım 4 kişi yaşamaya. Sabah Ata da erkenden dışarı çıkmış, uyandığımda yapayalnız hissettim kendimi. Geride kalmak çok zor hep derim.

Annem ve babam kaldıkları süre içinde evde o kadar çok değişiklik yaptılar ki, "ameliyattan önceki ve sonraki" halleri oldu bizim evin. Hani şu belli bütçe verilip evi yenileme programları var ya, aynı onun gibi baştan yaratıldı bizim ev. Çok güzel oldu.. Bizimkilerin yorgunluğuna fazlasıyla değdi.

Şimdi artık adayı fotoğraflarla anlatabilirim.


benim de böyle kalpli pencerelerim olsun , oradan kalp şeklinde güneş ışığı süzülsün içeriye..evet bunu istiyorum.







Sonracııma böyle yel değirmenleri var işte.












Bu gelincikse....
















Bu gelincik otu...

















Bu da gelincik şerbeti...