25 Şubat 2011 Cuma


Bugün çok güzel bir cumaydı ve hala da öyle...

İşler yolunda gitti kafam rahattı. Patronun doğum günüydü, Elifli Pastane'den o her zamanki çoooook güzel pastalardan istedik ve üzerine "patron zam zam zam" yazdık. Çıkmamış candan umut kesilmezmiş, bizimki de o misal...

Sonracııığımaaa... Meltem birlikte gitmek için bize sinema bileti almış, hem de 5 boyutlu film izliyeceğizzzz!!!! Caddedeymiş gösterim, gitmeyeli yıl oldu resmen, çoook özlemiştimm...

Derya bana bir defter almış, ben kıyamam ki onun içine yazmaya, böyle şirin birşey olaaamazzzz! Üstelik adı da : Leisure Diary :))) Allahım tam benlik !!!

Şubat ayı bitmek üzere..Mart ve nisan ayları için güzel planlarım var..İçim kıpır kıpır...Aaaa mart demişken..Galiba Atalayın hediyesini buldum ben...Oy bir sevindim bir mutlu oldum..Küçük kardeş minik kardeş mutlu olsun istiyorum...

Yalnız birşey söyleyeyim mi.. Bana noldu anlamadım..En son ergenlikte bu kadar tatlı ve abur cubur yediğimi hatırlıyorum. Mide fesadına 5 kala sakinleşiyorum.. Ama bu tostoparlak halimden kurtulmak istiyorum galiba... Bu pazartesi rejime başlıyorum (Bu klasik cümleyi severim ben :) )

İyi haftasonları...

Kaynak

23 Şubat 2011 Çarşamba

albino

Geçen pazardı galiba, gazetede bir yazı okudum. Konusu Stephen Thompson idi. Kendisini Givenchy'nin 2011 ilkbahar kampanya reklamlarında görebilirsiniz. O bir albino. Gazetede bir de röportaj vardı Stephen ile yapılan. Çocukluktan beri bu durumla ilgili yaşadığı sıkıntıları anlatıyor. Albino ya da halk ağzındaki adıyla "akşınlık" genetik bir rahatsızlık. Deriye rengini veren pigment eksikliğinden kaynaklanıyor. Bu renk değişikliği dışında bir de albinoların güneşe maruz kalmaması gerekiyor. Çünkü pigmentler olmadığından, güneşin zararlı ışınları direk olarak derilerine zarar veriyor.

Şimdiye kadar siz de rastlamışsınızdır albino rahatsızlığına sahip insanlara. Farklılık nasıl hemen dikkat çekiyor, değil mi? Normal kavramı hemen sorgulanıyor. Stephen Thompson da çocukluğunda bazı zorluklarla karşılaşmasına rağmen şu an gerçekten şanslı ve Givenchy nin farklılıkları avantaja çevirmesi de ne güzel olmuş!

Albino sadece insanlarda değil, bir çok hayvanda da rastlanan bir durum. Şimdi size önce Stephen Thompson 'ın bazı fotoğraflarını göstereceğim, sonrasında da albino hayvan fotoğrafları... Bu gazete yazısı sayesinde ben de albinoluk hakkında bilgi edinmiş oldum..















20 Şubat 2011 Pazar

pink velvet cake

Geçen yazıda da söylediğim gibi, bu haftasonu bir cupcake maceram olacaktı. Keremcan sayesinde varlığından haberdar olduğum "red velvet cake" yani kırmızı kadife keki internetten araştırıp ilk gördüğüm an vuruldum. Bayrak kırmızısı bu kekten yapabilir miyim acaba, nasıl olur acaba, malzemeleri ne ki bunun acaba derken.. Bugün kendimi kırmızı hamurla oynarken buldum. Pardon kırmızı değil pembe.

Öncelikle tarifi nereden aldığımı söyleyeyim. "Peçeteden Notlar" benim severek takip ettiğim bir blog. Ve kekin tarif linki de şöyle http://pecetedennotlar.blogspot.com/2009/02/krmz-kadife-kapkek-red-velvet-cupcake.html
Tarifte deniliyorki, hamurunuz ne renk alırsa anlayın ki kekiniz de o renk olacak. Benim gıda boyam kırmızıydı ama süt, un ve bilumum kuru ile karışınca pembe oldu! Ben de bir yandan kaplara hamur koyuyorum bir yandan da "eh naapalım artık pink velvet kek" i ben icat ettim diye yazarım diye düşünüp gülüyorum. Bu arada mikserim 10 yıllık herhalde ve dandik olduğundan olsa gerek, artık iflas bayrağını çekmiş durumda. Ağzım yüzüm gözüm ve önlüğüm bolca pembe oldu. Neyse...Cupcakelerim piştiler ve fırından kırmızı olarak çıktılar. Mutlandım hemen. üstüne krema sıkarken bol bol Görkisan'ı andım. Hiç tahmin etmemiştim böyle zor olabileceğini.

Gelelim sonuca....







Hemen 1 tane lüplettim..Hamuru inanılmaz..yumuşacık! Tarife bire bir uydum ben, ve sonuç gerçekten harika...

Bu kırmızı kekin üzerine romantik bir film izlemek istedi canım... Sabun köpüğü cinsinden..



"Letters to Juliet". evet imdb puanı düşük ve Amerikan ve sabun köpüğü.. Ama...İtalyada geçiyor...Üstelik Verona'da!!! Tekrar gitmiş gibi hissettim ben... Zeytinyağı damlatılmış ekmek dilimleri, şaraplar, peynir çeşitleri.. Makarna...Gelato..Üzüm bağları, ayçiçeği tarlaları..İtalyancanın kulağımda bıraktığı tılsım..Yeniden o dar sokaklar... Taş evler..Juliet'in balkonu..Verona'ya yukardan bakmak.....A....ş......k...
(Bu arada Gael Garcia Bernal'in varlığını da unutmayalım lütfen ;) )

16 Şubat 2011 Çarşamba

a clue

Yani kaç zamandır bir Barcelona blogu arıyorum ama yok yok yok! Bir tane buldum ama o da dönemlik kalmaya gitmiş Barca'ya, şimdi yazmıyor. Eee napacağım ben şimdi, kimi takip edeceğim? Nasıl göreceğim oraları gün be gün? Söz bana, ben güzel bir tane yapacağım. Söz sana Barcelona.

Salsa derslerim o kadar güzel gidiyor ki.. Korkuyorum dilim damağım yapıştığında, nefesim kesilip takatim kalmayacak gibi olduğunda durmayıp yere yığılacağım diye..Dans ederken hiç durmak istemiyorum ki, kalbim güm güm atıyor, kalbim yerinden fırlayacak gibi oluyor, kalbim ağrıyor ve de sızlıyor ama aklım bana mısın demiyor..Sonra bacaklarımın zonklamasından uykuya dalamıyorum. Ama olsun :)

Bu haftasonu bir cupcake denemesi yapacağım. Böyle birşeyin varlığından haberdar ettiği için, bu yazıyı Keremcan'a ithaf etmek istiyorum. Keremcan, küçük kardeş minik kardeş can can Atalaycan'ın yakın arkadaşıdır, ailecek severiz kendisini. Ne diyordum, evet cupcake..Heyecanla bekliyorum çünkü sonuç, malzemeler dolayısıyla gerçek bir fiyasko da olabilir.. Bekleyelim görelim:)

Epeydir devam eden bir rutin var hayatımda. Yani yapacaklarımdan geri durmuyorum ama sonuçta evim, işim ve ispanyolca ile dans kursum sayesinde hayatım yeterince bir düzende. Bu düzeni seviyorum. Ben düzen severim. Ama fırtına öncesi sessizlik de denebilir şu anki hale. Bekleyelim görelim :)

Bu bahar yaz galiba renkli pantollar -böyle der ya bazıları :)- moda olacak. Her tarafta görüyorum. Ya pembe olacak benimki ya mavi. Ayakkabılarım ya mavi olacak ya yeşil. Ojelerim ya mavi olacak ya sarı. Makyajım ya mavi olacak ya altın.Ortak eleman mavi.

Başka..Üsküdar belediyesi ile mahallemizin çöp konteynerları hakkında yazışıp duruyorum. Sonucu burada yazacağım.

Ve bu karmaşık postta son söyleyeceğim de şudur. Bir öğle arası Eminönü'ne kaçıp şunları gördüm.Elektrikli su değirmeni..Sonra internetten araştırdım öyle güzelleri var kiiiii.... Annem gülecek şimdi ama "istiyorum ben bunlardan" :))



Hayallerimi biriktirip bu şişenin içine üfledim. Serbest bırakacağım gerçekleştikçe birer ikişer..


Kaynak

12 Şubat 2011 Cumartesi

kuş lokumu

Aklımda bloga yazacak birşey varsa onu yazana kadar içim içime sığmıyor. Hemen anlatmalıyım diye çırpınıyorum..

Bir zamandır işler çok yoğun ve kuvvetle muhtemel bu böyle mart sonuna kadar gidecek. Tam bu yoğunluğun arasında bir de müfettişler denetime gelince iyice kafamızı kaldıramaz olduk Ece ile. Ne zaman müfettişler voltalarını aldılar -ki o gün geçen perşembeye denk gelir, hemen ertesi gün soluğu bir zamandır gitmek istediğimiz "Lokanta Maya"da aldık. Önbilgileri vereyim öncelikle.. Lokanta Maya, Karaköy Lokantası'nın yanında açılalı henüz 1 yıl olmadı. Lokantanın sahibi New York aşçılık okulundan Didem Şenol, Timeout dergisinin İstanbul Yeme-İçme ödüllerinde "en iyi şef" ödülünü almış. 'Kızınız Defne'yi Oğlumuz İskorpite...' adlı kitabından da hatırlayabilirsiniz onu. 


Şimdi gelelim mekana ve yemeklere..Maya, orta büyüklükte bir restoran ve sıcak bir atmosfere sahip ki bunda dekorasyonun payı yadsınamaz. Daha adımımı içeri atar atmaz "fotoğraf çekmeliyim" hissi hemen sarıverdi bedeni.

















Bir duvarı boydan boya telle örmüşler ve içi silme ceviz. Kesinlikle orijinal bir fikir. Ortadaki masaların üstünde koca koca meyveler var, sonradan Ece'den öğreniyorum, "bergamot"muş bunlar. Yemin ederim ki ben onu bir tür baharat sanıyordum! Bu arada üniversiteden bir hocam bu kelimenin kökeninin "bey armudu" olduğunu ve zamanla "bergamot"a döndüğünü söylemişti.
Ece ile yerimizi seçtikten sonra, yemek menüsüne göz attık. Maya'nın günlük öğlen menüsü var, her gün değişiyor ve sitesinde fiyatlarıyla beraber yayınlanıyor. Sitesi budur: http://lokantamaya.blogspot.com/   Dahası sitede Didem Hanım'ın leziz yemeklerinin tariflerini de bulabilirsiniz -ki bence burada yemek yedikten sonra bu sayfa direk takip edilecekler arasına girer. Aynı tarif mekanın içinde tavandan yere kadar inen aynanın üzerinde de yazıyor.






Yemek öncesi humus&sıcak ekmek ve"mücver" deneyimi inanılmazdı! Zaten tüm yemek boyunca tek ettiğim kelime vardı  o da "inanılmaz!". Mücverin yanında salatalık ve naneli yoğurt sos geldi. Yalnız ben böyle bir mücver yemedim, artık fındık yağıyla mı yapıldığındandır yoksa içinin kıvamından mıdır nedir, bildiğim "lokum" yer gibi oldum! Genel olarak da yemekler lokum kıvamındaydı, ağızda eriyen ve tadı damakta yerleşip kalan..






Ben ana yemek olarak "ızgara levrek fileto" istedim Ece de "yoğurt marineli ızgara tavuk, pilav". Ben böyle balık yemedim arkadaş! Yanındaki yeşilliklerin üzerine tuz,limon ve yağ gezdirilmişti, yani parmak oynatmaya gerek yok, sadece yemeğin keyfini çıkarmak kaldı bana..Kendisi şöyle birşeydi: 


Yoruma gerek var mı bilmiyorum :) Gerçekten çok iyiydi. Yemek sonrası, yakın zamanda geçirdiğim faranjitleri bronşitleri hemen unutup, dondurma istedim kendime iki top. Ama eminim ki benim yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı. Dondurmalarımın bir topu çikolata-bergamotlu ötekisi güllüydü çünkü! 

Hesabı istedik, diyorum ya küçük ve şirin ayrıntılar var diye.. Hesap bu şekilde geldi:

Çok şirin :)

Son olarak 2 şey söyleyeceğim..Birincisi, gerçekten uzun zamandır beni bu kadar -üstüste- mutlu eden bir damak tadına rastlamadım. Hepsi birbirinden özenle hazırlanmış tadlarla dolu Maya'yı acil ziyareti şiddetle tavsiye ediyorum! İkincisi ise, bakalım sizin de yan masanızda Tuncel Kurtiz oturuyor olacak mı ;)

10 Şubat 2011 Perşembe

süt ve çikolata



Kahve Dünyası sütün içine karıştırmalık çikolata çubuğu çıkarmış. Çikolata-çilek ve çikolata muz kombinasyonlarını sevenler de unutulmamış!
Cagrimu'ya bu güzel şeyden haberdar olmamı sağladığı için çoook teşekkür!