20 Eylül 2010 Pazartesi

akasya kokulu sabahlar…
























Koku bir tutku gibidir bende. Bir tarih.Ya da bir kimlik. Tanıma içgüdüsü..Hayvanımsı bir şey.

Yemeği, çok ayıp ama, ağzıma alacağım lokmayı, koklarım ben. Tanıyanlar bilir ve güler halime.  
Kokusu iyi gelmeyip,tadı iyi gelen;  kokusu kötü gelip, tadı iyi gelen yok değil ama çok az şeye rastladım şimdiye dek. Sırf kokusu güzel geldi diye denediklerim var mesela…

Koku hafızası diye bir şey var. Tıpkı “koku” filminde olduğu gibi şişelemek istediğim kokular var zamana kitlemek istediğim anları çağıran, çağrıştıran.. Geçtiğim sokakları, yürüdüğüm yolları, kumsalları, saçlarımda rüzgarı, tende kumla karışık güneş yağı kokusunu… Denizle karpuzu, havuzla klor kokusunu…

Mutfakta koku üstüne koku..

Salata yapıyorum ya..Nanenin kokusu rokaya karışır, dereotu bir de salatalık.

Canım tatlı çekti gece yarısı…Sütlü pirincin üstünde tarçın kokusu…

Üstüne kahve kokusu…

Bahar mı geldi? Hanımeli, yasemin kokusu..çam kokusu..

Soğuğun, kışların da bir kokusu var, bilirsiniz mutlaka..

Bir de anne kokusu var. Mis kokulu. En güzel kokulu.

Başka başka…Bir işi yaparken başka bir yerden kötü bir koku yükselirse, o işle bağdaştırır beyin o kokuyu.. O eylemleri çirkin kılar..

İnsanları da..kokularıyla tanır, ayırt ederim. Kokuyu alınca onu, onu görünce kokuyu anımsarım.
   
Unutursam birinin kokusunu, onu da unutmuşum demektir. Bu neyin kokusu diyorsam artık, anla ki…uzak artık…

Fotoğraf  kaynak

Hiç yorum yok: