13 Eylül 2010 Pazartesi

öhöm..bir-ki..cennetten yayın yapıyorum :) )

Siyasete bulaşmayan bir yazı yazmak istiyorum. Canlar sıkkın bu konuda yeterince.....

Geçen akşamki basket maçında havalara o kadar çok fırladım, fırladık ki bugün başka şeyler olacağına dair umutlarım artmıştı.. Neyse diyorum -içim katılmasa da....


Bayram tatilinde kırmızı rugan ayakkabılar giyemeceğim bir yere gittim ben ailemle... 4 kişilik geçirdiğim zamanların verdiği o haz şahane... Bir sonraki ailecek olacağımız günü düşlemek, edeceğimiz sohbetleri hayal etmek gibisi yok... Bu hayattaki en önemli değer benim için aile, ailem...

Çok açık söyleyeceğim, bu kadar iyi bir yer beklemiyordum ! Gerçekten...Kazdağları'na eski adıyla "İDA" ya gittik biz. İstedikki ormanın içinde, dağın ortasında bir yerler bulalım. http://www.iliadahotel.com/ . Burayı bulana kadar canım çıktı desem abartmış olmam. Türlü türlü siteler dolaşıp, yorumlar okudum. Ama doğru düzgün bir yer bulamadım. Çoğu zaman doğallık yapacağım derken düşük kaliteyi seçmiş otellere rastladım. Üstelik birçoğu da dağın yakınındaki ilçelerdeydi, dağın eteklerinde değil. İliada hotelin sayfasını açtınız mı? Ben açtım ve incelemeye başladım. O sırada içeriden muhasebe çalışanı arkadaş gelip, aa nerden geliyor bu ses diye pencereye yöneldi, sonra pencereden gelmediğini düşünüp "beni mi kandırıyosun?" dedi :) Nasıl yaaa diyerek hala pencereye bakan ben, sonrasında hoparlörlerimden sesin geldiğini anladım hayal kırıklığıyla :) Arada açıyoruz siteyi sırf o sesi dinlemek için.


Bu kadar girizgah yeter. İliada hotelin sayfasında ne görüp ne duıyuyorsanız gerçek!!! Hatta daha fazlası... O kuş seslerine cırcır böcekleri, kurbağa sesleri, eşek sesi, at kişnemesi, tavuk gıdaklaması ve köpek havlaması, kedi mırıltısını da ekleyin lütfen. Müzik yok, doğa var. Her tarafta minderler, salıncak ve hamaklar. Etraf sadece yeşil... Söğüt salkım altına atılmış koltuklar... Havuz var bir de boyuna bakmadan.. Çevresinde rengarenk, klip çekimlerini hatırlatan şezlonglar...




Küçük çapta bir cennet galiba diyorum girince. Şehir beni o kadar geriyormuş ki, ilk gün hamakta yatıyorum ama kaslarım bana mısın demiyor! Öyle bir sıkmışımki her tarafımı, yok , açılmıyor Allah açılmıyor! Mindere yatıyorum, salıncağa biniyorum yok yok yok ! Yorgunluk ağır bastı, uyku modunu seçtim. Ertesi gün kuş cıvıltısıyla uyanmam yalan değil. Buranın gerçek olduğunu kendime hatırlatıyorum ara ara. Havuza girip iki kulaç atıyor, minderde bir sağa bir sola dönüyorum. Ayakkabı, çorap ne varsa çıkarıp atıyorum. Çimlerde yalın ayak dolaşıyorum, taşlara basıyorum buzz gibi..Hava da şansımızdan o kadar güzel ki...


Annem bir minderde, babam bir, ben bir... Babam eliyle havayı, gökyüzündeki bir noktayı gösteriyor. Bakıyoruz nokta harekette.. O bir kartalmış ve kartallar yüksekten uçar! Ne yüksek ama..Gittikçe zorlanıyor onu takip etmek...


Öğle saatleri yürüyüşler düzenleniyor-trekking. Ayakkabısını giymeyen yarı yolda kalıyor. Yolun ortasında piknik miknik derken, oturan kalkamıyor, kalkan yürüyemiyor :)) Durup mola verdiğimiz yerde, dağotu adaçayı içiyoruz bir parça soluklanıp. Yol uzun, parkur zor. İkinci trekking gününde ise uzunca bir yol katediyoruz. Kocaman çamların, söğüt ve kavakların arasında tek sıra yürürken, Lost dizisinden bir kare gibi olduğumuzu görüyorum. Bacaklarımı çize çize geçiyor dallar. Derenin kenarında kurbağalar ciyak ciyak -vrak da olabilir bu ses emin değilim :) Yol öyle bir yere çıkıyorki, nutkumuz tutluyor, bir yandan fotoğraf çekiyorum nehrin kenarında, bir yandan ördek besliyorum. Dönüş vakti yine sızlanmalar, pikniğin dolduruşuna gelmiş midelerle...




Otelde yapılacak o kadar çok aktivite varkii... Yok artık dağın ortasında ne yapılabilirki sorusuna süper kapak olacak cinsten. Şöyleki... Havuza girip, minderlerde yatılıyor, salıncakta sallanıp, hamakta geriniliyor, dev satranç takımları, kağıt, okey ve tavlanın yanı sıra bisiklet sürebiliyor, ata binebiliyor, paintball oynayabiliyor, ava çıkabiliyorsunuz. Başka? Okçuluk da var... Her akşam başka bir temalı aktivite oluyor.. Bir akşam sıcak şarapla gönlünüzü eğleyip, öteki akşam şiir okumalarına katılabilirsiniz.Bütün bunların hiçbirini yapmayıp sadece birini yaparak mest olabilirsiniz. Ama birşey varki eğer onu görmezseniz, hissetmezseniz çok pişman olursunuz. Doğa ! Dağdan toplanan mantarlarla yapılan çorbadan içmek, dağın kendi suyundan içmek..Paha biçilmez.. Ağaç isimlerini, çiçek isimlerini öğrenmek, kurbağalarla sıçrayıp, kaplumbağalar gibi yürümek.. Ağaçlardaki dev mantarları görüp, horozları, tavukları, ördekleri ellerinle beslemek..Akan suyun içine ayaklarını sokup, saniyeler içinde soğuktan uyuşmasını hissetmek.. Geceleri kadife gökyüzünü ve üzerine serpilmiş gümüş simleri seyretmek..Doğanın üzerindeki elektriği ne kadar hızlı aldığına şaşırmak, şaşırmak ve şaşırmak.




Dünya üzerinde bir cennet mi var acaba, yoksa ben doğaya böylesine mi hasret kalmışım? Görülmesi gereken yerlerin başına koymuyorum seni İda, görülmezse gözün açık gidecek yerlerin başına koyuyorum...Yeniden kavuşmak dileğimle...


not    : bu gezinin ganimetlerini açıklıyorum: kozalaklarım ve meşe palamutlarım :))) 
not 2 : şimdi fotoğraflara bakınca görüyorumki, atladığım aktivite ve durumlar var...o kadarı bana kalıcak artık :)











Hiç yorum yok: