2 Ekim 2011 Pazar

popurrí

Bu kelime ispanyolcada potpori demek. Bir önceki yazıda ilk heyecanla bodoslama girdiğimden bu yazıda birazcık İspanya'dan ve halkından bahsedelim. Öncelikle İspanya 41 milyonu aşkın nüfusunu turistlerle beraber 57 milyona kadar çıkaran bir ülke. Fransa ve Portekize komşu - ki ilk gideceğim yerlerden :) 2 takım adaya sahip : Balear adaları -ki çoğunuz Ibiza, Minorca ve Mallorca olarak bilirsiniz bunları ve Kanarya adaları. İspanya kısa zaman öncesine kadar nüfusun %40'nın küçük şehirlerde yaşadığı kırsal bir ülkeymiş. 90larda bu oran tamamen değişmiş ve kırsal alanlardan kentlere göç edilmiş.  İspanya'dan bahsedip de Franco'ya değinmemek olmaz. Nasıl Hitler, Almanya'nın diktatörü ise, 1975 yılında ölünceye kadar Franco da İspanya'ya acımasızca hükmetti. Bana kalırsa zaten Franco'dan sonra halk hızını alamamış açılma konusunda. Dün Barcelona'ya indiğimde ilk farkettiğim şey özgürlüğün kokusuydu, ama heryerde...



İspanyollar çok sıcak insanlar ve hayattan zevk almak tek dertleri. Bu hedonist ülkeye geldiğim için çok mutluyum :) Öyle ki ünlü bir tabirleri var "manana" yani "yarın" yani bizimkinin tersi "bugünün işini yarına bırak" :) İspanyollar işlerini saate göre değil, sosyal hayatlarına göre ayarlıyorlar. İçmek onlar için sıradan bir olay, şöyleki kahvaltıda bira içenleri kolayca görebilirsiniz. Gelelim yemek yemeğe.. İşte bu en önemli noktalardan biri.. Yemek yemek İspanyollar için toplumsal bir olay. Bu olayın kökeni ise şu, eskiden devlet, halkı, kamu hizmetleri konusunda tatmin edemediğinden, İspanyollarda "aile" kavramı çok gelişmiş. Çünkü iş bulmak ve zor anlarda yardım almak kurumlar yerine kişisel bağlantılar ve aile ile sağlanırmış. Bu yüzden 3 kuşağın aynı çatı altında yaşadığı olurmuş ya da sık sık biraraya gelinirmiş. Fakat bütün bu bahsettiklerim son zamanlarda değişmeye başlamış. Çünkü çiftler daha iyi hayat şartları nedeniyle artık çok daha az çocuk yapıyorlar.

İspanya öncelikle Franco döneminin bitmesi, sonra Avrupa birliğine girmesiyle çok ciddi yol almış ve refah seviyesini ciddi ölçüde yükseltmiş.

Bu ön bilgi sonrası, son yazımdan beri neler olduğundan bahsedeyim. Öncelikle, burada okulum için 1 yıl kalacağım için oturma ve çalışma izni çıkarmam gerekli. Fakat bunun da öncesinde yabancılar şubesinden bir kağıt almam gerekti. Bunun için yola koyuldum. Yarı İspanyolca yarı ingilizce ittir kaktır şubeyi buldum, kağıdı aldım. Okula geri döneceğim fakat otobüse nerden binmem gerektiğini bulamıyorum. Uzakta bir kadın gördüm hemmen gidip sıkıştırdım. Ama ingilizcesi çok az, İspanyolca konuşmaya çalışıyoruz anlamadı falan derken kadın "ben...durmak" dedi. Ben de durdum şöyle bir, ne dilden konuştuğunu anlamaya çalıştım. Sonra bir zamanlar Türkçe öğrendiğinden bahsetti. 'E yok artık' deyip sohbet ettikten sonra yolumu bulmama yardım etti. Bu ve bunun gibi örneklerle karşılaşacağım galiba daha...

Dün ise Plaza de Catalunya'da yani merkezdeydim. Son gelişimde sevmiştim Barcelona'yı ama bu sefer vuruldum resmen! Dün kalabalığa karışacağımdan ve günlerden cumartesi olduğundan fotoğraf makinamı güvende tutabilmek adına yanıma almadım-pişman olacağımı bile bile. Bu yüzden bu seferlik fotoğraflar cep telefonumdan olacak. Kocaman süpper fotoları çekip yükleyeceğime dair sözler verebilirim :)


Burası La Rambla isimli -aynı bizim İstiklal Caddesi gibi ünlü- caddenin sonuna yürüyünce göreceğiniz marina. İnsanlar Şekil 1-A yaymış durumdalar. En çok dikkatimi çeken ise spor yapan insan sayısı. İnsanlar yürüyor, koşuyor, bisiklete biniyor.. Bu durum beni epey gazladı. Ve daha güzeli okulun spor salonunun yurtta kalan doktora ve master öğrencilerine ücretsiz olması. Hemen gidip yazıldım ama henüz gitmedim :)


Gezerken hava çok güzeldi. Gerçi geldiğimden beri öyle. Şehri o kadar çok sevdimki, durup durup şükrettim. İçime Barça havasını çekip çekip durdum. Sonra Mare Magnum isimli alışveriş merkezinde aldım soluğu. Burada bir mağaza keşfetmiştim geçen gelişimde. Kokulara olan düşkünlüğüm malum. İşte bu mağazada herşey doğal olan ürünler satılıyor. Ne mi aldım? Kıyafetlerim tam da istediğim gibi koksun diye bebek kokusu:)


Daha poşeti açmadan aldım o kokuyu yeniden. Keşke bir sistem olsaydı da aynı dergilerde olduğu gibi bileğinizi sürerek kokuyu duyabilseydiniz. Olacak merak etmeyin o da olacak. Hayal edilebilen her şey gerçek olabilir. Şimdi gardırobumu her açışta yüzüme bu koku çarpıyor..

Sonra çıkıp biraz mağaza dolaşayım dedim. Elbette Zara'ya girdim. Girmeden önce şöyle yorumlar yaptım : yahu Zara artık her yerde var neden insanlar gelip Zara''yı boşaltıyorlar... Sonra mağazaya girince hemen buldum sorunun cevabını. Çok güzel şeyler var. İnsanın içinden her şeyi denemek, her şeyi almak geçiyor. Ve sırf bu hissi öldürmek adına koşar adımlarla çıktım oradan. Çünkü yeni şeyler denemek ve yeni yerler görmek benim için şu an ilk sırada geliyor...


Çok acıkınca koşa koşa Hard Rock' a gittim. Burada koşmak kelimesini abarttığım sanılmasın. Kafeden içeri girince 10 dakika bekleyeceksiniz dediklerinde gözlerim yaşardı, nasıl bir açlık nasıl.. Ismarlayacağım şeyi bile biliyorum ben, hadi hadi. Masama oturur oturmaz tavuklu makarnamı söyledim yanında sarımsaklı ekmek geleceğini bilerek. Daha önce buradan ice-tea içmek gibi bir hataya düşmüştüm. Zira rezalet yapıyorlar! Garantili fanta-limon istedim :) Buranın yemeklerine tek kelimeyle bayılıyorummm.


Bu uzun yazıyı sonlandırayım artık...Son olarak sabah kalktığımda bir an durdum ve düşündüm "Bana noldu ya? 2 günde elinden oreo düşmeyen sabahları Şirinler izleyen bir tip oldum? "


Hiç yorum yok: