22 Kasım 2011 Salı

Dantel ve ekmek

Napıyormuşuz tutamayacağımız sözü vermiyormuşuz. Haftasonu bir daha gelemedim, burkulmuş bir ayakla başım dertteydi. Anlatayım..

Öncelikle şunu söylemeliyim benim artık oturma ve çalışma iznim var :) Cuma günü sabahtan soluğu karakolda alıp NIE adı verilen "yabancı" olduğumu üzerine basa basa söyleyen kartımı alıverdim. Hemen arkasından teknolojiye yenik düştüğümü kabul edip iphone almak için yollara düştüm. Hedef : La Maquinista.


Barcelona'da Apple mağazasının bulunduğu tek yer bu alışveriş merkezi. İyi ki de gitmişim, sonunda büyük ve güzel bir alışveriş merkezi görebildim. Merkezdekiler genelde küçük ve alakasız mağazalardan oluşabiliyorlar. O yüzden buraya bir girdim çıkmam 5 saati buldu. Tabi bunda iphone 'nun katkıları büyük. Ben böyle bir şey görmedim. Ekmek satar gibi telefon satıyorlar. Sıraya giriyorsunuz bir kere. Ben sıra beklememek için azıcık dolaşayım, azalır bu sıra dedim. Yok öyle olmadı. Gittim geldim, baktım sıra azalmıyor, artıyor. Eh dedim yapacak birşey yok, girdik bu yola bir kere. Iphone alırken şunu anladım, bu sadece bir telefon alma süreci değil. Bu süreci size keyifli hale getirecek herşey düşünülmüş. Sıradasınız ama hemen bir çalışan gelip siz daha kasaya ulaşmadan siparişinizi alıyor ve siz daha kasaya ulaşmadan istediğiniz ürünle beraber sizi alıp başka bir ödeme noktasına götürüyor. Yani o sıra, aslında pek sıra değil. Telefon kapağıdır, filmidir, size seçimde yardımcı oluyor, başınızda sabırla seçmenizi bekliyor, adınızla hitap ediyor -tıpkı Starbuckstaki teknik, kahvenin üstüne adınız yazılarak özel hissetirme-. Satın alma işlemi bittiğinde apple bir mail göndererek size bir anket sunuyor, yaşadığınız deneyimi anlatmanız için. Bu noktada bir Türk mantığıyla yaklaşıp şöyle diyebilirsiniz " e tabi yardımcı olacaklar, karşılığında bir dolu kazancı olacak". Bana kalırsa bu düşünce yanlış, o satıcı çok da ilgilense benimle, az da ilgilense ben o telefonu almaya gittim oraya. O bana saçma davrandı diye en fazla şikayet ederim, ama bunun satın alma sürecini etkileyeceğini sanmıyorum. Bu olayı böyle uzun uzadıya anlatmamın bir sebebi var. Çünkü bugün size bir başarı öyküsünden bahsedeceğim ve bana kalırsa bu yüzyılda başarılı olmanın en önemli faktörlerinden biri burada gizli. Neyse sonuç olarak ben iphone'uma kavuştum. Kendisiyle pek bir sevişiyoruz, hala keşfetme aşamasındayım, ama çok keyif aldığımı söylemek zorundayım ve her kuruşuna değdiğini de.

Bu 5 saat alışveriş merkezi maratonu sonrası ayaklarım inliyordu ama ruhum hala fazlasıyla enerjikti. O yüzden soluğu Harlem Jazz Club'da aldım. Bilmiyorum siz daha önce gittiniz mi, bu benim ilk defa bir jazz klübüne gidişimdi. Bu kulüpte neredeyse haftanın hergünü jazz müzik yapılıyor ve hergün başka bir program var. Mesela bizim gittiğimiz gün 'swing' vardı. Hiperaktif şirin mi şirin bir solistin arkasında saksafon, yan flüt ve kontrbas. O kadar eğlendim, öyle kendimden geçtim ki anlatamam. Bir kısa video çektim onu da buraya ekliyorum şimdi.


Bu jazz kulübünden çıkmadan hemen önce ayağımı burktum. Çok acıdı diyemem ama bir 10 dakika sonra üzerine basamadığımda o kadar basit olmadığını anladım. Ertesi gün de devam eden ağrıya rağmen aynı jazz kulübüne -cumartesi günü- gittim ve kendime hakim olamayarak salsa yaptım çünkü o gece Küba müzikleri vardı kulüpte. Kulüpte diyorum çünkü artık benim mekanım bu caz kulüpleri olmuştur. Nerdeydiniz siz şimdiye kadar?! Tabi cuma-cumartesi böyle olunca pazar günü ayağıma acıdım ve yurtta pineklemeyi seçtim. 

Vee..Şimdi size bahsetmek istediğim asıl konuya geliyorum. İlk önce şunu sormalıyım, "Michelin stars" diye birşey duydunuz mu? Bu, restoranlara verilen bir nevi Oscar. Almak için gerçekten olağanüstü yemeklere imza atmış olmanız gerekiyor yani sadece tat değil, görsellik ve diğer kriterlerle beraber. Ve ben Barcelona'ya geçen yıl ilk defa gelmeden önce araştırmıştım burada neresi almış bu yıldızı diye. El Bulli adında bir restoran gözüme çarpmıştı ve birkaç defa şu isimle karşılaşmıştım : Ferran Adria. Şimdi biz bu restoranı ve dünyaca ünlü ahçısını -ki biliyorum yanlış ama ben ahçı demeyi daha çok seviyorum- bir dersimizde konu olarak işliyoruz, iş modelini inceliyoruz. Konu duyular, konu yemek ve  hisler olunca benim gözüm kulağım açılıyor, tüm sensörlerim tam gaz çalışıyor elbette. Tam da bu yüzden size biraz El Bulli'den ve şefi Ferran Adria'dan bahsetmek istiyorum.

Şu an sadece 46 yaşında olan Ferran Adria, El Bulli'ye zamanında stajyer olarak girer ve tam lafı doğrularcasına işi mutfağında öğrenir. Yıllar geçtikçe işinde yükselir. Ama onun yapmak istediği El Bulli'ye innovasyon getirmektir.

"Creativity comes first, then comes the customer."    Ferran Adria

"Yaratıcılık önce gelir, sonra müşteri' diyor Ferran Adria. Sanıyorsunuz ki, ben ne istersem onu yaparım, müşteri ona uymak zorunda mantığını taşıyor. Hayır, müşteriyi mutlu edecek her ayrıntı düşünüldüğü için yaratıcılığı ön planda tuttuğunu söylüyor Ferran aslında. El Bulli'de nasıl tatlar var? Ferran Adria geleneksel yemekle günümüz modern tatlarını birleştiriyor. Bunu yaparken farklı yemek dokularını kullanıyor. Mesela çocukluğunuzdan hatırlayabileceğiniz bir tadı alıp farklı hale getiriyor. Yemek yerken adeta sürprizlerle donatılıyorsunuz. Barcelona'nın en güzel restoranı El Bulli'de yemek yemek istiyorsunuz, süreç nasıl gelişecek?

                   Kaynak
Öncelikle rezervasyon yaptırıyorsunuz. http://www.elbulli.com/  Tabi rezervasyon yaptırmak çok kolay değil mi? Bir telefon açıp yer ayırtacaksınız. Ne yazıkki işler o kadar kolay değil. Bu restoran bir gecede sadece 50 kişiye hizmet veriyor. Çünkü onlar müşteri değil, misafir. Hepsiyle teker teker ilgilenilmiş olacak gece boyunca. Rezervasyon için sıraya giriyorsunuz. Her yıl 1 ile 2 milyon arasında rezervasyon talebi geldiğini düşünürsek bu yıl gidemeyeceğiniz kesin! Ama ne ile karşılaşacağımızı bilmemek çatlatmıyor mu insanı?

Diyelim becerdiniz ve aldınız rezervasyonu. Siz o şanslı 8000 kişi arasına girdiniz. Çünkü bir yılda sadece bu kadar insana servis yapabiliyor El Bulli. Nasıl gideceksiniz restorana? Arabanızla yola çıktınız, navigasyonu açtınız. Arıyorsunuz bulamıyorsunuz, Barcelona'dan çıktınız, sapa yollara girdiniz, nasıl bir macera bu?? En sonunda hiçbir yerin tam ortasındayım hissindeyken buluyorsunuz sihirli mekanınızı.

Kapıda sizi tam kadro mutfak ekibi, şefler karşılıyor Adria ile beraber. Öncelikle mutfağa gidiyorsunuz, insana her ısırışta farklı hisler yaşatan yemeklerin yapıldığı yer. Tüm mutfak ekipmanları, sırları dökülüyor önünüze. Pandoranın kutusu... Sorular bitti, meraklar giderildi mi? Şimdi sıra terasta. O manzarayı görebilmek uğruna kaybolmadınız mı yollarda siz, Ferran'ın omzuna kolunuzu atarak sohbet edebilmek için herşey... 

             Kaynak

Bu turdan sonra sıra geldi yemeklere. Yemek menüsü neredeyse her gün değişiyor. Toplamda 35 çeşit yiyecek var. Elle yenecek küçük atıştırmalıklar, çatal ve kaşıkla yenen -bıçak kullanmak yok- büyük tapaslar. Her gelen yemeğin ardından masalarına inen ufoyu gören misafirler fotoğraf makinalarına yapışıyolar. Hepsi defalarca denemeden geçmiş, olmamış baştan yapılmış, özenle seçilmiş malzemelerden oluşmuş tabaklar bunlar.

                                Kaynak

Tüm yemeği yemek ne kadar sürenizi alacak dersiniz? Akşam 8'den, sabah 2'ye kadar ordasınız benden söylemesi. Peki ne kadara patlar böyle bir deneyim size? Ortalama 230 euro. Tüm yapılan çalışmayı göz önünde bulundurduğumuzda bu rakam fazla değil, az. Fakat fiyatlar konusunda Adria'nın kesin bir tavrı var "Ben hassas insanlara servis yapmak istiyorum, milyonerlere değil"

Ferran Adria üstüne basa basa söylüyor "olay kullanılan teknikler değil, felsefe". Herkesin bu iş modelini alıp kendisininkine uygulayabileceğinin altını çiziyor. El Bulli her sezon açık değil. Çünkü açık olduğu sezonun hemen sonrası kapanıyor ve Ferran ve ekibi yeni innovasyonlar arıyor, seyahat edip fuarlara katılıp, farklı tatlar deneyip ilham alıyorlar. Sonra yaratım süreci geliyor. 

Bu arada bir de kitabı var Ferran ve ekibinin. Elbette en çok satanlar listesinde! Ben bu yazıyı yazmayı planladığımdan Fnac'a gittiğimde hemen bir fotoğrafını çektim. Bu arada Fnac Avrupa'nın en büyük müzik-kitap ve elektronik satan şirketlerinden.


Barcelona'ya gelmek, bu restoranda çalışmak istersiniz belki?? O zaman önce bu videoyu izleyin :




Bu yazı çok mu uzun oldu, sıkmadım değil mi? Son olarak ne söyleceğim. Yine heyecanlandım bak. Bilet aldım ben Portekiz'e!!! Aralık ayının 2. haftası burada tatil. Arkadaşlarla önce Porto'ya sonra Lizbon'a uçuyoruz. Lizbon için araştırmalarıma başladım. Yalnız Porto için pek birşey bulamadım. Gitmiş olan, bilgisi olan varsa önerilerinizi bekliyorum...

Süpper bir çarşamba günü diliyorum size..


4 yorum:

birkadin dedi ki...

birden aklima dustum, bi de baktim buradaymissin :) hemen okuyayim yazilarini, baya gezmissin gormeyeli ;)

bebe dedi ki...

görkeeeem! inanmıyorum sonunda ses verdin :) nerelerdesin, blogunu okuyamıyorum kapalı. özledim seni..

birkadin dedi ki...

acik benim blogum, girebilirsin ki:)

ya senin bu yazilar da harika bi liste olmus, buraya geldigimden beri en cok gitmek istedigim yer aslinda barcelona ama bi oraya gidemedim.

bu arada yeni yilin cook guzel gecsin :)

bebe dedi ki...

Görkemciğim şimdi denedim açıldı ama daha önce hiiiç açılmamıştı..Tamam şimdi arayı kapatıcam kimbilir nelerrr yazdın sen o arada..

İnşallah bir ara zamanın olur Barcelona'ya gelirsin de orda yüzyüze görüşürüz inşallah..Çok güzel bir şehir, beğeneceğine şüphem yok..

Ben de sana içinden geçen herşeyin bir bir gerçekleştiği harika bir yıl diliyorummm!!!